Ana Sayfa > Akademik > Önsözler > Üniversite Nereye

Üniversite Nereye

 

Üniversite Nereye?*

Şükran Gölbaşı

Haliç Üniversitesi

 

4-7 Eylul 2012 tarihleri arasında onuncusunu gerçekleştirmiş olacağımız Ulusal Mantık, Matematik ve Felsefe Sempozyumu için bir tema ararken, birdenbire kendi varlık alanımız olan üniversitelerde hızla bir şeylerin dönüşmekte olmasının canımızı yakması ve üniversitelerin gerçek sahipleri olan bizlerin bu dönüşümde görüşümüzün alınmasına gerek duyulmaması, kendi kurumumuz olan üniversiteleri masaya yatırmamıza neden oldu. Esasında Bologna süreci ile birlikte başlayan yoğun bir dışsal kontrolün de verdiği sıkıntıyla bu yıl MMF Sempozyumu yanı sıra birçok diğer bilimsel toplantının temasını üniversiteler oluşturdu.

 

Üniversitede değişen ne? Biz bu yapının sahipleri olarak bu değişimde ne kadar söz sahibiyiz? Bu değişikliklerin esas hedefi ne? Müfredatlar giderek içeriksizleşiyor mu? Eğitim-öğretim ve gözetim süreçlerinin kontrolu, bu süreçleri yürütenlerin elinden alınıyor mu? Öteden beri hiyerarşik olan bu yapı iddia edildiği gibi demokratikleşiyor mu? Özerk olmak sadece devletten bağımsız olmak mı? Esasında 1998 yılında başlayan ve 2010 yılına kadar Avrupa Yükseköğretim Alanı yaratmayı hedefleyen Bologna Sürecinin uygulanmaya başlaması, YÖK’ün bazı bilim dallarında doktora programlarını kapatmak istemesi, uygulamalı dallar lehine bilim yapılan dalların kontenjanının azaltılması, bazı anabilim dallarının programlarının kapatılması yönünde üniversiteler üzerinde baskı kurulması, akademik kariyeri olmayan insanların öğretim ve yönetim kadrosunda ağırlıklarının artırılması, Fakülteler ile Meslek Yüksekokulları ve lisansüstü programların müfredatlarının arasındaki farkın giderek kapanması gibi, pek çok dönüşümün tartışılmasını umarak böyle bir ana tema seçtik.

Üniversitelerin başlangıçtaki (ortaçağdaki) misyonu, bilgiyi nakletmek ve bazı temel mesleklerde insan eğitimini sağlamaktı. 19. yüzyılda, eğitim amacına araştırma ve yeni bilgiler üretme işlevi de eklenerek üniversiteler araştırma ve eğitimin birlikte yürütüldüğü kurumlar olmuştur. Bu anlayışı egemen kılan üniversitelere 19. yy başında bu felsefeyi ilk ortaya atan ve Berlin Üniversitesinde uygulayan filozofa atfen Humboldt modeli üniversite denilmektedir. Daha sonra ABD’de “uygulamayı” önceleyen model ortaya çıkmıştır. ABD’nin fonlamaları ve zorlayıcı bir takım süreçlerle Çevre ülkelerde bu Anglo-Sakson tarzı üniversiteler hakim kılınmaya çalışılmıştır.

 

Eği¬tim kurumlarında ne tür insan gücü yetiştirileceği, meşru görülen hangi değer ve bilgilerin öğretileceği, hangi ideallerin aktarılacağı, diğer kurumların etkilemesi ve çoğu zaman da belirlemesi altında gerçekleşmektedir. Bu anlamda eğitim ku¬rumu, toplumda çeşitli sınıfların ve çıkar gruplarının çekişme ve ideolojik etki alanından kendini kurtaramamaktadır. Hemen her toplumda karşılaşılabilen siyasal, bilimsel, teknolojik ve kültürel gelişmeler ve değişimler eğitimi doğrudan etkilemekte, eğitimin içeriğinin (müfredat ve ders kitapları) yeni¬den düzenlenmesine neden olmaktadır (İnal, 2004: 39-40).

 

Ulus-devlet öncesi toplumlarda eğitim, aile ve dinin belirleyiciliği altındayken, ulus-devletlerin ortaya çıkması ile birlikte, ulus devletler eğitimi, kendi düzenini korumak ve sürdürmek konusunda kullanma gereksinimi içinde olmuştur (İnal, 2004:45). 1970’li yılların sonuna kadar eğitim ulus-devletlerin belirleyiciliği altında örgütlenmiştir. Bu anlamda Türkiye’de de siyasal iktidarlar değiştikçe, eğitim alanını da kendi meşrepleri doğrultusunda yeniden düzenleme eğiliminde olmuştur. Özellikle çok partili hayata geçildikten sonra siyasal istikrarın istisna olduğu 2000’li yıllara kadar uzanan dönemde ortalama 1-2 yıllık ömrü olan hükümetlerin sürekli müdahaleleri altında eğitim sistemi giderek kalitesizleşmiştir.

 

Ulus devletlerin bir çok alandaki kurumsal kontrolünün, uluslar arası örgütler lehine gerilediği 1980’li yıllardan itibaren başlayan süreçte ise küresel iktidar da eğitim düzenini kendi hegemonyasını destekleyecek tarzda yeniden düzenlemek istemiştir. Bu anlamda, küresel iktidarın uygulayıcı kurumları olan bazı uluslar arası örgütler eliyle, Çevre ulus-devletlere, yükseköğretimle ilgili değişmesini arzuladığı alanlardaki taleplerini kah fonlayarak kah zorlayarak dayattığı görülmüştür. Küreselleşme retoriğiyle meşrulaştırılan kapitalizmin içine girdiği yeni dönemeçte, diğer pek çok kurum gibi, eğitim kurumları da bu kez küresel sermayenin amaçlarını destekler tarzda yeniden örgütlenme yoluna gitmiştir. Bu, eğitim alanının kaynaklarını daraltma, kamu eğitim kurumlarını istikrarsızlaştırma ve meşruiyetini aşındırma, kamusal eğitimin fonlarını özele kaydırma, eğitimde yerel iktidarı yetkilendirerek yerel kurullara sermayenin temsilcilerini sokma, liselerle meslek liseleri, üniversitelerle meslek okulları arasındaki farkı kaldırmak gibi birçok süreç birlikte işletilerek kotarılmıştır. Bu yeni süreçleri hızla yerleştirmede, bazı çevre ülkelerini dönüştürmede kullanılan ABD vakıflarının fonları, Dünya Bankası’nın kredileri işe koşulmuştur.

 

Yükseköğretim, siyasal iktidarlar açısından baktığımızda, mevcut düzenin meşrulaştırılması ve yeniden üretilmesi anlamında hiçbir siyasal iktidarın yabana atamayacağı önemli bir alandır. Öte yandan küresel sermaye açısından baktığımızda, yükseköğretim hiçbir sektörle kıyas kabul etmeyecek sonsuz bir talep imkanı sunan önemli bir pazardır. İşte bu nedenlerle eğitim, siyasi aktörlerin ve küresel sermayenin çekişme alanına girmektedir.

 

Yine aynı nedenlerle, Türkiye’de yükseköğretim sisteminde yapılan tüm değişikliklerde, iç dinamiklerin itici gücü ya da talepleri yerine, dış zorlamalar ve siyasetin dönemsel beklentileriyle uyumlu olarak dışarıdan empoze edilen talepler belirleyici olmuştur. Tanzimat Fermanı’nın ardından, 1800’lü yılların ortalarından itibaren sisteme yapılan müdahaleler, 1945’den itibaren Truman Doktrini çerçevesinde doğrudan Amerikan modelini Türkiye’de yerleştirme çabaları, 1980’de küresel talepler doğrultusunda üniversiteyi biçimlendirmek amacıyla bir üst kurum olarak YÖK’ün kurulması ve üniversitelerin temel süreçleri üzerindeki kontrolünün bu kuruma göçerilmesi gibi köşetaşı niteliğinde olayları küresel iktidarın üniversitelerimize müdahalesi konusunda önemli kavşaklar olarak işaretleyebiliriz.

 

1999’da başlayan Bologna süreci ile ise çoktandır fiilen işletilen süreçler çeşitli yaldızlı argümanlarla meşrulaştırılmaktadır. Bologna ile birlikte Türkiye’de üniversitelerin misyonu tümüyle değişmektedir. Üniversitelerimiz, hızla bilim yapılan kurum olmaktan çıkarılmakta ve meslek yüksek okullaştırılmaktadır. Bilimsel araştırmalar, toplum ihtiyaçları doğrultusunda değil, çeşitli şekillerde onları finanse eden çevrelerin ihtiyaçları doğrultusunda tasarımlanmakta, araştırma sonuçları finanse eden sermayenin izni olmazsa kamu ile paylaşılamamaktadır. Kamuoyunda sonuçları itibariyle tartışmalı yatırımların halk sağlığına aykırı bulgularını yayımlayan bilim insanlarımızın yargılandığı, önemli konularda kamuoyunu uyarmayı kendine görev bilen bilim insanlarımızın caydırılmak amacıyla pervasızca tehdit edilebildiği bir süreçten geçmekteyiz. Misyonlarından biri de yaptığı araştırmalarla kamuoyunu aydınlatmak olan üniversitelerin, bu konuda olduğu gibi pek çok diğer konuda da asıl amacından hızla uzaklaştığı/uzaklaştırıldığı bir dönemde şüphesiz kurumuna ve akademisyen onuruna sahip çıkan akademisyenlerimiz vardır; fakat acaba bu görevin hepimize ait olduğunun bilincinde miyiz?

 

Bütün bunlar olup biterken üniversitenin kendi üyelerine, kendi misyonuna yeterince sahip çıkmaması aslında bir acı gerçeği açıklamaktadır: Hiçbir dönemde hiçbir kurum, kendi içinden destek almadan dönüştürülememiştir. Geçmişte üniversitelerde keyfi gerekçelerle tasfiyeye girişen darbecilerle işbirliği yapan, sermayenin taleplerini yükseköğretimin başına getirilerek uygulamaya geçiren, yayın etiğini ihlal etmeyi en üst düzeyden meşrulaştıran yöneticiler ve daha niceleri yine bu kurumun kendi içinden çıkmıştır. Bu toplantı ve benzerleri, üniversitelerimiz dönüştürülürken ziyadesiyle çıkarılan toz duman ve laf kalabalığı arasından yapılan hiç de tekin olmayan işleri herkesin bir parça görebilmesi için önemli bir çabadır. Benzeri çabaların artması ve arzulanan yönde dönüşümlere vesile olması dileğiyle.

 

 

*MMF 10. Sempozyum kitabı önsözü

Gölbaşı, Ş. (2012) “Üniversite Nereye” (University: Where to?) Üniversite,Üniversitelerimiz, Üniversite Nereye? (Ed. Çetin Bolçal, Arzu Yemişçi, Şükran Gölbaşı, Eray Yağanak, Berna Atak) Mantık, Matematik ve Felsefe 10. Ulusal Sempozyumu bildiri özetleri kitabı, İstanbul: İstanbul Kültür Üniversitesi. Ss.473. ISBN 978-605-4233-89-2.

 

 

 

 

 

 

ContactspcBanaspcCreative Commons Licenseİçeriğimiz CC BY-NC
spcUlaşınspcLisansına tabidir

w3c HTML CSS Compatible

* * * Site kullanım şartlarını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz * * *