Mahpus Toplum: Panoptikon’dan Biyolojik Gözetime
Şükran Gölbaşı
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, s. 66-2, 235-246
Giriş
İngiliz filozof Jeremy Bentham, monarşik iktidarın maliyetli gözetimi
karşısında daha ekonomik ve gözetleme sorunlarınıkökten halledecek mimari
yapıyı(panoptikon) keşfettiğinde bunu “Colombus’un yumurtası” olarak
sunmuştu (Foucault, 2003: 87, 95-6). Bu yeni iktidar teknolojisi karşısında
kaygıduyan Michel Foucault, bu mimari keşfin hapishanelerle sınırlı
kalmayacağına ve bunun doktorlar, ceza hukukçuları, sanayiciler ve eğitimciler
tarafından iktidarlarınıişletmek amacıyla kullanılabileceğine dikkat çekmişti
(Merquior, 1986: 126). Foucault’ya göre bir cezalandırma tarzıolarak
hapishanelerin toplumda hemen kabul görmesinin ardında, aslında toplumda
zaten varolan tüm mekanizmalarıyeniden yaratmasıyatmaktaydı. Hapishane
insanlarıitaatkar hale getirirken, yeniden terbiye ederken; hoşgörüsüz bir
okulun, iç karartıcıbir işatölyesinin ve bir kışlanın zaten yapmakta olduğunu
sadece biraz daha vurgulu hale getiriyordu (Foucault, 1992:338).
Normalleştirici Kurumlar
İktidar mekanizmalarının yapmak istediği, insan hayatının her alanının
sınırlarınıçizerek, insanların bu sınırlar içinde kalmasınısağlamaktır. Bu
sınırlar içinde kalan insan normal insandır. Foucault (1993), normal olmadığı
düşünülen, iktidarın çizdiği normal tanımlarının dışına taşan bireylerin,
toplumun geneline uydurulmasıişlemini “normalleştirme” olarak
adlandırmıştır. Ona göre, modern toplumun diğer kurumlarının da işleyiş
açısından hapishanelerden pek bir farklarıyoktu, benzer disipliner teknikler,
okullarda, hastanelerde, tımarhanelerde, kışlalarda da hayata geçirilmekteydi.
(Merquior, 1986: 123-4, 126). Deleuze’ün ifadesiyle (Foucault, 2005: 35);
“Sadece mahkumlara çocuk gibi davranılmıyor, çocuklara da mahkum gibi
davranılıyor. … Bu anlamda, okulların da biraz hapishane oldukları, fabrikaların
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi z 66-2 236
fazlasıyla hapishane olduklarıdoğrudur.” Foucault’ya göre aileden başlamak
üzere yaşamımızın önemli bir bölümünü geçirdiğimiz kurumlar olarak okullar,
kışlalar, atölyeler modern toplumun normalleştirmeci kurumlarıdır. Deleuze,
hapishane-fabrika analojisinin haklılığınıanlamak için, gün boyu çişyapmak
için üç izin belgesi olan Renault fabrikasının girişini görmenin yeterli olacağını
belirtmiştir. Modern burjuva toplumu, öğretmenleri, doktorları, sanayicileri,
yargıçlarıve diğer toplumsal görevlilerinin gözetimi altında yoğun ve yaygın
bir mahpusluk şebekesi oluşturmaktaydı(Merquior, 1986: 126, 131).
Foucault’ya göre (2005: 25-16) insanların kendilerini tanımlarken
kullandıklarıterimler, iktidar tarafından belirlenmiş, sınıflandırılmışve
yaptırımlarıhazırlanmışkimliklerdir. İnsanlar bir zaman sonra bu verili
kimliğin kendi doğasısonucu olduğuna inanmaktadır. Bu durumda
normalleşme, toplum tarafından verili bir kimliği içselleştirme, düzen adına
kendi üzerine bir otokontrol uygulamayıkabul etme demektir. Bu, insanların
toplumun “normal” saydığı şeyleri sorgulamaya başladığıanda, “anormal”
olarak etiketlenmesini de beraberinde getirmektedir. İnsanlarıdüzene uyumlu
hale getirmek üzere kurulan bu normalleştirici kurumlarda, normalleştirilmek
suretiyle mevcut düzene uydurulamayan insanlar diğerlerinden tecrit edilmek
üzere hapishanelere kapatılmaktaydı.
Big Brother’ın Konut Mimarisinde Meşrulaşması
Bentham, Panoptikon modelini 1785 yılında tasarlamıştı. Model, 24 saat
gözetleme esasıüzerine kuruluydu. Bütünü(pan-) gözlemlemek(-opticon)
anlamına gelen bu tasarım, birkaç katlık tek odalardan oluşan halka biçiminde
bir yapıydı. Halkanın ortasında gözlemcilerin kaldığıbir nöbet kulesi yer
almaktaydı. Tek odalıyapıların içinde yaşayanlar ne zaman gözlendiklerini
bilmemekle birlikte, her an gözlenebileceklerini ve her yanlışdavranışlarının
ceza getireceğini bilmekteydiler. Böylece ne zaman gözetlendiklerini
bilemeyen insanların, saklanacak özel olan hiçbir alanlarıve her zaman
izleniyormuşçasına davranmaktan başka hiç bir seçenekleri yoktu (Lang, 2004).
Doktora tezinde, mimari yapılarda video kamera ilesürekli denetlenme
konusunu inceleyen Lang, bu sistemin sonunda herkesi kendi kendinin polisi
olmaya ittiğini belirtmektedir. Bu, zaten özgürlüğün bittiği yerdir.
Bunun günümüz konut mimarisine yansımaları, girişinde kontrol
birimleri olan, kamera sistemi ile sürekli gözetlenen ve kayıtlanan yaşam
alanlarının oluşturulmuşolmasıdır. Üstelik, pahalıgözetim faaliyetlerinin tüm
masraflarının da gözetlenenlere ödetildiği ekonomik bir sistem kurulmuştur.
Tabii ki gözetleyenler açısından ekonomik, gözetlenenler açısından ise kendi
kendilerini gözetletmenin maliyeti, eğer banliyölerde yaşamışolsalardı
ödeyebilecekleri kira bedeline eşdeğer bir miktara karşılık gelmektedir.
237
Bir insanın ihtiyacıolan eğlence, dinlenme, alışverişgibi her türlü
etkinliğin içinde olduğu bu sitelerin sürekli gözleyen bir nizamiyeleri olması,
hırsızlık ve teröre karşıkorunaklıyapılar sunma retoriğiyle
meşrulaştırılmaktadır. Toplumda yoksulluk arttıkça, sosyal güvenlik kurumları
özelleştirilerek insanlar kapitalist düzenin insafına terk edildikçe, sistem dışına
atılan insan sayısının artışına paralel olarak bu yapay cennetleri çevreleyen
duvarlar da yükseltilmekte, gözlemlenmeleri daha sıkırejimlere
bağlanmaktadır. İktidar tarafından düzenlenen çeşitli oyunlarla korkutulan
insanlar, her seferinde özgürlüklerinin bir kısmından daha vazgeçerek iktidarın
gözleme masraflarınıda cebinden harcayarak kendilerini gözletmeye razı
olmaktadır.
Esasında toplumu gözetleme merakı, Bentham’la mimari bir yapıya,
Foucault’yla bir kurama sahip olmadan önce de bir geçmişe sahiptir. Örneğin
geçmişte Fransız Devriminin liderlerinden Fuche’nin Paris’teki tüm kapıcıları
muhbir yaparak, binalarda yaşayan insanların her anınıkarakollara rapor
ettirdiği (Bell, 2001: 322), Paris’te polisin denetimindeki 20 bin fahişenin
muhbir yapıldığı(Dolgun, 2005: 52) bilinmektedir. Doğu Blok’u ülkelerinin
kendi vatandaşlarınıgözlemesi ve düzeni eleştirenleri Sibirya’ya sürgüne
göndermesi, ABD’de bir döneme damgasınıvuran McCarthy’cilik, Hitler
döneminde Yahudi vatandaşların ihbar edilmesi, Türkiye’de 1980 darbesinde
meşrulaştırılan muhbir vatandaşlık uygulamasıile vatandaşların devletle
işbirliği yapması, bir çırpıda sayılabilecek benzer uygulama örnekleridir.
Günümüzde, sistem dışına itilenlerin saldıracağıkaygılarıyla, yaşam
alanlarının çevresi modern site yapılanmalarıtarzında çitlenirken ve giderek
site duvarlarıhapishane duvarlarıgibi yükseltilirken, milli güvenlik kaygıları
ile de özel yaşamların izlenmesi ve dinlenmesi meşrulaştırılmaktadır. Her
dönem farklıgerekçelerle meşrulaştırılan gözetim iktidarı, Türkiye’de Milli
Güvenlik Gizli Belgesinin tanımlamalarına uygun olarak kimi dönemde
solculara, Kürt ve Alevi yurttaşlara kimi dönemde şeriatçılara yönelmiştir.
Günümüzde, 11 Eylül saldırısıile yaratılan korku ile özgürlüklerin küresel
çapta kısıtlanmasıiçin meşru zemin yaratılmıştır. Tüm ulus devletler terör
bahanesinin arkasına sığınarak iktidarlarınısağlamlaştıracak kurumsal ve yasal
zeminin kapsamınıgenişletmektedirler. Zaman zaman yükselen daha fazla
özgürlük talepleri, bir şehrin orta yerine, bir metro istasyonuna rastgele atılan
bombalarla, terör tehdidinin sürdüğü hatırlatılarak susturulmaktadır.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dörtya da 2011
Bentham’ın mimari keşfinin uygulanmasının politik ve sosyal olarak
sonuçlarının nasıl bir şey olacağınıgösteren başyapıt ise 1949 yılında George
Orwell’den gelmiştir. Orwell "Bin Dokuz Yüz Seksen Dört" adlıbu eserinde,
tek partili yönetimin zaferinin, önlem alınmadığıtakdirde adım adım
totalitarizme gidişini, karşıbir şey yapılmadığıtakdirde geleceğin karanlık
olduğunu çarpıcıbir biçimde anlatmaktadır. Yazar 1945’de yazdığı“Hayvan
Çiftliği” (2010) adlısiyasi hicvinde ise bu karanlık geleceğe giden yolların her
bir taşının nasıl döşendiğini adım adım anlatmıştır. Kitapta, çiftlik sahibine
karşıayaklanarak devrim yapan hayvanların arasından domuzların, iktidarlarını
sağlamlaştırdıklarında diğerlerine karşınasıl despotikleştiklerini anlatmaktadır.
Bir kurgu olarak kaleme alınan bu iki kitap, şüphesiz sadece yazarın hayal
dünyasının genişliğini göstermemektedir. Yazarıbu iki kitabıyazmaya iten bazı
tarihi olaylardır. Stalin’in diktatörleşmesi, Hitler ve Mussoli’nin emniyet
supaplarıyok edilmişbir demokratik rejimin çıktılarıolarak tarih sahnesinde
belirmeleri, üçünün birden İspanya’daki devrim girişimini engellemeleri gibi,
tarihi gidişin karanlık yönü, yazarınegatif bir toplum ütopyasıkaleme almaya
itmiştir.
Orwell’in (1984) "Bin Dokuz Yüz Seksen Dört"ü, egemenliğin tek bir
‘parti’ye ait olduğu Okyanusya diye bir ülkede olup bitenleri anlatmaktadır.
Okyanusya’da dört bakanlık vardır. Doğruluk Bakanlığı, haberler, eğlence,
eğitim ve güzel sanatlarla; BarışBakanlığı, savaşlarla; Sevgi Bakanlığı,
yasalarıve düzeni korumakla; Bolluk Bakanlığıise ekonomi ile ilgilidir. Parti,
gerçek yüzünü gizlemek için dili alışılmışkodlamaların dışında bir propaganda
aracıolarak kullanmaktadır. Halk yoksulluktan kıvranmaktadır fakat ekonomi
bakanlığının adıBolluk Bakanlığıolarak değiştirilmiştir. Gerçekleri tahrif
etmekle görevli bakanlığın adıise ismiyle tezat bir biçimde Doğruluk
Bakanlığıdır.
Doğruluk Bakanlığının görevi, partinin gerçeklerinin sürekli üretimini
yapmak ve bunun toplumun gerçeğiyle yer değiştirmesi için gerekli faaliyetleri
örgütlemek ve yürütmektir. Gerçeklik sadece değiştirilmekle kalmamakta, aynı
zamanda tarih yok edilmektedir. Romanın kahramanı, görevi tarihi silmek ya
da değiştirmek olan, Doğruluk Bakanlığında çalışan Smith adında bir
elemandır. Herkesin her an ve her yerde izlendiği Okyanusya’da, bu elemanın
görevi, buharlaştırılan(romanda ortadan kaldırmak anlamında kullanılıyor)
düşünce suçlularıile ilgili doğru bilinen yazılıp çizilmişne varsa hepsini tahrif
ederek değiştirmektir. Yokedilen kişilerin kişisel geçmişini hemen silecek her
türden propaganda ve komplo, tarihi silme görevinin kapsamıiçindedir. Tarih,
sistematik olarak yok edilip yerine yenisi yapılmalıdır. İktidarıyalanlayacak her
düşünce, daha doğmadan boğulmalıdır. Tarihsel hafıza, bilinçli olarak yok
edilmelidir. Buharlaştırılanlar hakkında uydurulan yalanlardan gerçekmişgibi
bahsedilecek, sistematik olarak silinen toplumsal hafıza icat edilen yeni
gerçekliklerle (yalanlarla) doldurulacaktır. Bu Bakanlıkta bir de Roman
Dairesivardır. Bu dairenin görevi, önceden yazılmışkitaplarıyok etmek ya da
onların temel kavramlarınıbambaşka anlamlar yükleyerek yeniden yazmaktır.
239
Okyanusya’da ekranlar sürekli açıktır ve Bolluk Bakanlığından biri
ekranda sürekli ekonomik durumun iyiye gittiğine dair bazıveriler
sıralamaktadır, görünen veriler, tam tersini gösterse bile… Açık olan
ekranlardan, devletin başka ülkeler karşısındaki başarılarısürekli tekrar
edilmektedir. Okyanusya’da birçok şey gibi, aşk da yasaktır. İnsanların tutku ile
bağlanabilecekleri her şey ile bağlarıkopartılmaktadır. Aşkın yasak olması,
insanların aşık olmasına engel değildir. Bir gün Smith de aşık olur. Ekranlarla
çevrili Okyanusya’da aşkınıhiç seslendirmeden, mimiklerini bile kontrol
ederek yaşamak zorundadır. Smith bir şeylerin iyi gitmediğinin farkındadır,
fakat hafızasında sağlıklıbir insan ya da topluma ilişkin her hangi bir bilgi ya
da yaşanmışlık kırıntısıbulmakta zorlanır. Doğru, iyi, farklıve rejimle uyumlu
olmayan her şeyin zihninden silinmişolduğunu fark eder. Kafasıbomboş
gibidir. Toplumsal hafızayıyok etme politikalarıdoğrultusunda, kitaplar da
tahrif edildiği için, halkın içine karışıp mevcut düzene karşıbir bilinç
yakalayabileceğini umduğu her yere girip çıkmaya başlar. Amacı, devrimden
önce acaba hayat nasıldı, onu öğrenmektir. Bir umut, ellerinde bir gazete bir
araya gelmişhararetle tartışan insanların yanına koşar, insanların sadece
piyango sonuçlarınıtartışmakta olduğunu görür. İçinden geçtiği semtlerden
birine bir roket düşer, insanlar ölür, sağkalanlar sanki hiçbir şey olmamışgibi
kapaklandıklarıyerden kalkıp günlük işlerine devam ederler. Bir yerde bağrışan
bir kalabalık görüp, bir başkaldırıolabileceğini düşünerekheyecanla o yöne
koştuğunda, insanların çığlık çığlığa bedava dağıtılan mallarıkapışmak için
birbirini ezdiğini görür. İnsanların içinde bulunduklarıgerçeklikle tümüyle
bağlarıkopmuştur. Tek parti iktidarından önce acaba Okyanusya’da hayat
nasıldır?Ne yapsa bunun izine rastlayamamakta, başka bir hayat tasavvuruna
ilişkin zihninde koca bir boşluktan başka bir şey bulamadığıgibi, sokakta da
farklıbir dünya tasavvuru olan insanla karşılaşma umudunu giderek
yitirmektedir. Gerçeği arama ısrarı, sonunda onu da Büyük Biraderinpençesine
düşürür. En gelişmişçeşitli ceza politikalarının üzerinde uygulanması
sonucunda, salıverildiğinde aslında mevcut rejimle hiç bir sorunu olmadığını
şaşarak fark eder. İşte Foucault’un “normalleştirme” dediği şey tam da budur.
Okyanusya mı? Türkiye mi?
Nasıl da tanıdık değil mi anlatılan her şey, sanki romanda adıOkyanusya
olarak geçen ülke 2011 Türkiye’sidir. Aşk yasaktır.Aşkınıdışa vurarak
yaşayan gençleri, kimi zaman İETT şoförü, kimi zaman polis, kimi zaman
sokaktan geçen herhangi biri tartaklayabilmektedir. Bunu yapmak için, illa
rejimin görevli bir elemanıolmasıgerekmemekte, normalleştirilentoplum
üyeleri, kendileri kadar hızla normalleşmeyen ya da hiçbir zaman
normalleşmek istemeyenlerin polisi olma işini gönüllü olarak üstlenmiş
z Ankara Üniversitesi SBF Dergisi z 66-2 240
bulunmaktadır. Heykel yapmak yasak değildir, fakat çirkin ya da müstehcen
heykeller yapıldığında kaldırmak farz olmaktadır. Bunların meydanlarımızda
kalmasında ısrarcıolanlar “zaten gıcık oluyordum” gibi yersengerekçelerle
hayati tehlike yaratılarak razıedilmektedir.Kitap yazmak yasaktır.Yazanlar,
rejimin bekçileri tarafından buharlaştırılmaktaya da normalleştirme
kamplarına alınarak 8-10 yıl diğer insanlardan ayrıtutularak normalleşmeleri
beklenmektedir. Gözaltına alınan kitaplar, sürekli açık ekranlardan suç aleti
silahlarla birlikte sergilenmekte, kitapların içine olmayan paragraflar
sokuşturulmuşhali yayınlanarak, tutarlılıklarıve iddialarıkarikatürize
edilmektedir. İnsanlar, tam karşısında oldukları şeyleri yapmışoldukları
iddiasıyla yargılanmakta, hayali bir şeyi ispat etmeye zorlanmaktadır. Sürekli
borç alarak yaşanan, üniversite hocalarının maaşının asgari geçim indeksinin
altında seyrettiği ülkede, düzenli olarak ekranlardan dünyanın bilmem kaçıncı
ekonomisi olduğumuz, Türki ülkelerden sonra Orta Doğu ülkelerinin de büyük
ağabeysi ve biricik rol modeli olduğumuz, asıl Avrupa’nın bir gün bize
yalvaracağısalvolarıhaykırılmaktadır. Solun kavramlarının içi boşaltılarak,
bambaşka gerçekliklere atıfla bu kavramlar, sağpartiler tarafından yeni liberal
düzenin hegemonyasınıpekiştirmek amacıyla söylemlerinde kullanılmaktadır.
Fikir suçlarının terör kapsamına alınmasısuretiyle yazarlar ve basın
mensuplarının gözaltısürelerinin 10 yıla kadar uzatılması; eğitimin, sağlığın ve
sosyal güvenliğin özelleştirilmesi hep demokrasi adına meşrulaştırılmakta ve
yasalaştırılmaktadır. Foucault’nun öngördüğü cezalandırma iktidarının kontrol
ve uygulama mekanizmalarıyla, Orwell’in "Bin Dokuz Yüz Seksen Dört" adlı
eserinde örneklediği yaşam biçimi, günümüz Türkiye’sinde olağan bir şey
olarak birebir hayata geçirilmektedir.
Zihinler Bulandırılarak Toplumsal Belleğin Tahrif
Edilmesi
Eserlerinde Klasik dönemlerden itibaren cezalandırma iktidarının
serüvenini inceleyen Foucault’nun, normalleştirme politikalarının uygulandığı
kurumların sadece cezaevleriyle sınırlıkalmayacağıyönünde endişesi,
Türkiye’de neredeyse her gün yeniden acıtıcıbir biçimde gerçeğe
dönüşmektedir. Modern toplumun bütün kurumları, sisteme uyumlu ve uysal
insan üretmek için, doğduklarıandan itibaren bireyler üzerinde, çok çeşitli
yollarla normalleştirme iktidarlarınıuygulamaktadırlar. İfade özgürlüğüne en
ağır cezalar verilerek, zıvanadan çıkan düzenin adaletsizlik ve haksızlıklarına
yapılan tanıklıkların bilinmesi, paylaşılmasıönlenmekte, medyanın aralıksız
sürdürdüğü dezenformasyon vasıtasıyla, toplumu bilgilendirenler üzerinde
bilinçli bir şüphe bulutu oluşturulmaktadır.
241
Kamuoyunda en başından beri ceza muhakemeleri usulü bağlamında
tartışılan bir davanın, başlangıçtaki amacından saparak McCarthy dönemindeki
gibi cadıavına dönüşmesi, dava ile ilgili ilk bilgileri-belgeleri ortaya
çıkaranların, döndürülüp dolaştırılarak dava konusu örgütün üyesi olmaktan
içeri alınmasısize de Okyanusya’daki Doğruluk Bakanlığı’nın uygulamalarını
hatırlatmıyor mu? Ya henüz yayınlanmamışkitapların başına gelenler, ne kadar
da Doğruluk Bakanlığı’nın Roman Dairesinin uygulamalarına benziyor değil
mi? Ya Hrant Dink’in, Münevver Karabulut’un, Pınar Selek’in mahkeme
sürecinde yaratılan bilgi kirliliği? Bin dokuz yüz seksen dört’deki tabirle
buharlaştırılanaydınlar, gazeteciler… Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu
kadarınıhatırlayabildiğimize göre, herhangi bir Okyanusya vatandaşına göre
hala şanslısayılabilir miyiz? Zihinlerimizi periyodik iğfalden, sistemli
dezenformasyon bombardımanından bir parça korumayıbaşarabilmişiz, henüz!
Yapacak bir şeyler henüz var demek ki. Neyle suçlandığınıbilmeden içeride
depolanan insanların sayısısürekli arttığına göre, hapishanelerin sadece
suçluların değil, düzene muhalif olan herkesin depolanmasıamacıyla
oluşturulmuşkurumlar olduklarınısöyleyen Foucault haklıdemek ki.
Kapitalizmin bütün diğer kurumlarının çeşitli düzeyler ve cephelerde
normalleştirme kurumlarıolarak işledikleri konusunda da şüpheye mahal yok.
Elektronik Gözaltından Biyolojik Kontrole Uzanan
Tehlikeli Gidiş
Günümüzde Panoptikon modeline rahmet okutacak tekniklerle
yaşamımızın en mahrem köşelerini 24 saat denetleyen, kaydeden ve fişleyen
elektronik gözetim ve onu destekleyen cezalandırma iktidarındaki hızlı
dönüşümleri dikkate alacak olursak, panoptik modelin hapishanelerle sınırlı
kalmayacağıöngörüsü nedeniyle zamanında hayli eleştirilen Foucault’yu haklı
çıkarmak için çok çaba gösterildiğini inkar etmemek lazım.
Modern toplum yaşamı, örgütlü bir yaşamdır. İnsanların yaşamı,
doğduklarıandan itibaren hastanede tutulan doğum kayıtlarından başlayarak,
nufus idaresinin, vergi dairesinin, belediyenin, sosyal güvenlik kuruluşlarının,
alışverişmerkezlerinin, otellerin topladığıkişisel dökümanlarla sürekli kayıt
altına alınmaktadır (Strati, 2000). Tilly, modern devletlerin kurucularınıbu
nedenle kağıt tüccarlarıolarak nitelemektedir (Giddens’ten akt. Dolgun, 2005:
86). Ulus devletlerin kendi vatandaşlarınısistematik olarak gözlemesinin yanı
sıra, ABD ise kürenin efendisi olarak bütün dünyayıgözlemektedir. ABD,
1952’de Truman’ın direktifi ile kurulan NSA’nın (Ulusal Güvenlik Ajansı)
uydularıve akıllıyazılımlarla küresel gözetim yapmaktadır. Bugün dünyamızın
çevresinde yüzlerce gözetleme-dinleme uydusu dönmektedir. Uydularla
toplanan veriler, internet teknolojisiyle bilgisayarlara aktarılmakta uygun
yazılımlarla anlamlandırılarak (Dolgun, 2005: 124) iktidarların kullanımına
sunulmaktadır.
Günümüzde, Microsoft’un yazılım programlarının içindeki casus
yazılımlar ile gizli belgelerin Amerikan istihbaratına aktarıldığı şüpheleri,
birçok ülkenin bu işletim sistemlerinin kullanımınıülkesinde yasaklama kararı
almasına neden olmuştur. Kanada Hükümeti Microsoft’un yazılımlarının
içindeki arka kapıların NSA ile şifrelenmişalana açıldığını, bilgilerin bu
görünmeyen kapılardan ABD istihbaratına aktarıldığınıtespit etmiştir.
Araştırmalar, Microsoft’un kuruluşundan itibaren NSA tarafından maddi ve
teknik olarak desteklendiğini, şirket bünyesindeki R&D Team adlıdepartman
çalışanlarının da NSA elemanlarıolduğunu göstermektedir (Ersanel’den akt.
Dolgun, 2005:132-33).
Microsoft’un casusluğunun açığa çıkmasıüzerine, ABD veri güvenliği
sağlama bahanesiyle 1993’te çıkardığıbir kararname ile, bilgisayarlara ve
telefonlara “clipper” adlıbir çipin takılmasınızorunlu tutmuştur. Veri
güvenliği sağlayacağıiddia edilen bu çipin aslında başka bir casusluk kanalı
olduğunun anlaşılması, sivil toplum örgütlerini ayaklandırmış, hükümetin geri
adım atmasına neden olmuştur. Bütün bunlar üzerine, bir veri güvenliği
yazılımınıinternette ücretsiz olarak halkın kullanımına sunan Phill Zimmerman
adlı şahıs acilen tutuklanarak silah kaçakçılığıile suçlanmıştır (Dolgun, 2005:
135).
NSA’nın evlerimize soktuğu bir başka Truva Atı, Promis işletim
sistemidir. Bu program sürüklenme ağlarıyoluyla, bütün ağlardaki verileri tek
bir ağüzerindeymişgibi kullandırtarak gözetimin sınırlarınıinanılmaz
genişletmiştir. Promis vasıtasıyla, elektrik, su, telefon, maliye, oteller, bankalar,
havayolları, sigorta şirketleri gibi sürüklenme ağına bağlıbilgisayarlar
aracılığıyla, hedefteki kişinin günlük telefon, elektrik, su tüketimi, nerelere
harcama yaptığı, tüketimlerindeki ani artışve düşüşler analiz edilmekte ve
başka evlerdeki artışveya düşüşle korelasyon kurularak evlerdeki kişi
sayısındaki artışve eksilişler üzerinden yurt çapında ilişkiler ağı
belirlenmektedir. Aynısistemle, internet üzerinden örgütlenen protesto
eylemlerine ve destek için açılan imza listelerinedestek veren kişiler, örneklem
listeline yakalanmakta ve devlet düşmanıolarak gruplanmaktadır. Bir protesto
eylemine entelektüel kaygılarla, barışyanlısıkaygılarla destek verenle eylemi
bizzat yürüten arasında herhangi bir fark gözetilmeksizin insanlar fişlenerek
etiketlenmektedir. Mossad tarafından 1984 yılında sağlanan bu programla,
öğretim üyesi, öğrenci, gazeteci, entelektüel binlerce insan sürükleme ağları
yoluyla fişlenerek ordu tarafından yok edilmiştir (Koch ve Sperber’den akt.
Dolgun, 2005: 137).
243
Promisin daha gelişmişbir versiyonu ise Echelon’dur. Promis’ten farkı
sinyal istihbaratına görüntüyü de eklemişolmasıdır. Echelon kişileri, ses ve
fiziki özelliklerinden tanıyabilmekte, cebinde telefonu olduğu, kartla harcama
yaptığısürece adım adım her yerde takip edebilmektedir. Almanya ve ABD bu
uygulamalarıhayata geçirmişdurumdalar. ABD’de sivil toplum kuruluşlarının
seslerini yükseltmeleri üzerine Savunma Bakanlığıeski danışmanının
açıklamasınasıl bir dünyada yaşadığımızıgöstermesi açısından ibret vericidir.
Danışman Goffney, kamuoyu desteğinin sağlanmasıiçin yeni bir terörist
saldırının daha yaşanmasının yeterli olacağınıbelirtmiştir. Hatta insanlardan
haklarının çiğnenmesi için bu yönde bir talep bile oluşabileceğinibelirtmiştir
(Dolgun, 2005: 139, 141, 147-48).
Echelon’u aratacak biyometrik sistemler ise yoldadır. Bu sistemler, göz
rengi, parmak izi, DNA kopyalamasıgibi biyolojik özelliklerin bilgisayarlar
tarafından tanınmasına dayanmaktadır. Biyometrik gözetimin uygulamasıIBM
firmasının “blue eyes” yazılımıile başlatılmıştır. Bu yazılımla, kişilerin ziyaret
ettikleri sitelere gösterdiği haz, acıvb duygusal tepkileri kaydedilmektedir.
Tabii bu yazılımların yaygınlaştırılması, bu yolla suçluların yakalanacağı
savıyla meşrulaştırılmaktadır. NSA’nın yatırım yaptığıprojelerden bir diğeri ise
insan beyninin elektro manyetik frekansının şifrelerinin çözülerek
düşüncelerinin ve eylemlerinin uzaktan kontrolünü hedefleyen nöroteknoloji
projesidir. Proje, 149 alt proje ile birlikte yürütülmektedir. İnsanlara uzaktan
komutlarla suikast yaptırabilme, akıl sağlıklarınıbozma, aşırıderecede
intibaksızlık yaratma, kişileri cinayet ya da intihara sürükleyen enerji tacizleri
vb. total kontrol hedefleri bu projelerin kapsamındadır (Dolgun, 2005: 149-154).
Amerika’da halen yürütülen “İnsan Beyni Projesi” kapsamında ise,
deneklerin beynine FM kanalıyla sinyal nakletme kapasitesine sahip elektrotlar
yerleştirilerek insanlarırobot gibi uzaktan yönetme deneyleri sürdürülmektedir
(Viktorian’dan akt. Dolgun, 2005:155). ABD’de bir şirket deri altına
yerleştirilecek çipler için hükümetten izin istemiştir, İngiliz Hükümeti
tarafından ise cinsel suçlarıönleme bahanesiyle benzer bir girişimde
bulunulmuştur. 7 Temmuz 2004 tarihli Hürriyet Gazetesinin haberinden
öğrendiğimize göre Microsoft, “insan derisi üzerinden veri aktarımı” patentini
çoktan almıştır. Tüm verilerin deri üzerinden vücuda yerleştirilecek bir çipe
aktarılacağıbu sistemin hayata geçirilmesinin, insanların sağlığının uzaktan
kontrol edileceği mülahazalarıyla meşrulaştırılarak, sağlık hizmetleri
pazarlamasıkapsamında pek yakında yaygınlaştırılacağınıbekleyebiliriz.
Türkiye Muasır Medeniyetlerin Eriştiği Seviyeden
Hiçbir Zaman Geri Kalmamıştır
Türkiye’de de internet, iktidarların yoğun ilgisini çeken bir alan
olmuştur. Enformasyon teknolojilerinin çok işe yaradığınıgören iktidarlar,
giderek daha iyi gözetim sağlayacak tedbirler almaktadır. Örneğin öğretim
süreci, vatandaşın teknoloji kullanma becerilerini arttıracak şekilde
düzenlenmiş, vatandaşlık, vergi ve sosyal güvenlik numaralarıbirleştirilerek,
vatandaşların doğumundan ölümüne kadar tek numarayla tüm işlemlerinin
izlenmesinin sağlanması, adres sisteminin tek yerde tutulması, daha etkin
gözetim stratejileri olarak uygulamaya sokulmuştur. E-devlet ve Mernis
projeleriyle vatandaşlara ait bilgiler belli aralıklarla güncellenmekte, tüketici
profilleri, kredi kartları, ATM’ler yoluyla insanların izlenmesi, çalışanların
kameralarla çalışma tarzlarıve tüketimlerinin izlenmesi, telefonlarının
dinlenmesi, e-postalarının okunmasıve belli sürelerle kaydedilmesi gibi aşikar
gözetim faaliyetlerinin yanısıra, ülkemizde de dünyadaki gözetim
teknolojilerindeki gelişmeler yakından izlenerek insanların özgürlük alanını
daraltıcıdüzenlemeler aynen kopyalanmaktadır.
Aktüel Dergisi’nde (1997) yayınlanan dosyada iddia edildiğine göre,
Promis’in pazarlandığıyüze yakın ülke arasında Türkiye’nin de olduğu
belirtilmektedir. Aktüel Dergisi, Promis’in marifetleri üstüne araştırmalar yapan
veya yargıya bilgi sağlayan dokuz ABD vatandaşının öldürüldüğünü
bildirmektedir. Dosyada, Dünya Bankasının, 1980 yılından bu yana Japonya,
İsviçre, Fransa ve Almanya’daki bankalarla koordinasyon sağlama isteğinin
Promis’in NSA bağlantısınedeniyle reddedildiği, Türkiye’nin de, sırf bu
nedenle geçmişte IMF ile yaptığıstand-by anlaşmalarında bankalarımuaf
tuttuğu belirtilmektedir. Dosyada, Türkiye'nin Promis programınıaldığı
tarihten itibaren, tarihinde hiç görmediği krizleri yaşadığıve yine tarihinde
göremeyeceği krizlere doğru gittiği söylentilerine yer verilmiştir.
T.C. Google Arama Motoru Müdürlüğüne
Devlet, bir yandan internet üzerinden topladığıverilerle vatandaşın
özgürlük alanınıdaraltıcıkişiselleşmişmüdahalelere imza atarken bir yandan
da, çoğulcu ve görece demokratik bir bilgi paylaşım ortamısağlayan internet
kanalıyla iktidarın kontrolünde olmayan bilgilenmenin, ortak eylemenin önünü
kesmek üzere totaliter rejimlerde görülebilecek türden yoğun yasaklamalara
gitmektedir. YouTube, GeoCities ve bazıGoogle sayfalarının da bulunduğu
3.700 internet sitesi keyfi ve politik amaçlarla yasaklıdır
(http://www.maxicep.com). Youtube video paylaşım sitesinin Türkiye'den
erişimi 2,5 yıl kapalıkalmıştır. Açıldığından bu yana da sorunsuz girilemediği
yakınmalarısürmektedir.
245
Türkiye’de internetle ilgili düzenlemeler yapan, Bilgi Teknolojileri ve
İletişim Kurumu (BTK) site sansürlemesiyle meşhur olmuştur. 22 Ağustos
2011 tarihinde yürürlüğe sokmaya çalıştığıdüzenlemenin herkesi ulusal bir
filtreye (sansüre) tabi tutacağınıduyurmuştur. Bu tasarıhayata geçerse
internet aboneleri aile, çocuk, yurtiçi veya standart adlıpaketlerden birini tercih
etmeye mecbur kalacak, Standart aboneler olağan şüpheli haline gelecektir.
BTK BaşkanıTayfun Acarer, güvenli internet hizmeti için servis sağlayıcılara
22 Ağustos'a kadar süre tanımıştır (HaberTürk, 2011). Bu zorunlu uygulama,
ister istemez ABD’nin 1993’te veri güvenliği sağlama bahanesiyle “clipper”
uygulamasınızorunlu tutmasınıakla getiriyor. Bilindiği gibi “clipper” in daha
güvenli olmak bir yana devletin vatandaşlarına zorla pazarladığıcasus bir
yazılım olduğu anlaşılınca tepkiler nedeniyle uygulanamamıştı.
Geçen ay açıklanan İnternette Özgürlük Raporunda, Türkiye’nin zaten
kötü olan puanının 3 puan daha arttığı, 22 Ağustos tarihinden itibaren ise Çin,
İran, Küba gibi ülkelerle birlikte dünya sıralamasında sonlara düşeceğimiz
belirtilmektedir. 22 Ağustos'tan itibaren hangi profilde olunursa olunsun, ancak
BTK'nın uygun gördüğü şekilde internete ulaşabileceği hatırlatılmıştır. Filtreyi
aşmak ya da aşmaya çalışmanın suç sayılacağıve internet servis
sağlayıcılarının filtrelerin aşılmasınıengellemekle sorumlu tutulacağı, aksi
takdirde büyük para cezalarıverileceği duyurulmuştur
(http://www.atauniv.com).
Yeni yasaklardan biri de Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan 27
Nisan 2011'de servis sağlayıcılara ve hosting firmalarına gönderilen tebliğde
sıralanan 138 kelimeyi içeren alan adlarına getirilen yasaklamadır.
NTVMSNBC’nin haberine göre, günlük yaşamda sıkça kullanılan pek çok
‘sıradan’ sözcüğü de içeren yasak listesine göre 90 bin sitenin kapatılabileceği
belirtilmektedir. Sakıncalıbulunan siteler arasında emlakçılar, yemek siteleri ve
bazıdergilerin siteleri de bulunmaktadır (http://www.yenimedyaduzeni.com).
Bir distopya örneği de bizden. Haftalık mizah dergisi Penguen’in (2008)
iki buçuk yıl önce 319’uncu sayısında Selçuk Erdem ve Hakan Karataşimzalı
bir karikatüründeki yok artıkdedirten kara mizah, yeni uygulamalarla gerçeğe
dönüşmektedir. İnternet yasaklarıile dalga geçen Penguen, o zamanki yasaklar
sonrası, internette arama yapabilmek için BTK’nın mantığıyla hicveden bir
form geliştirmişti. Karikatüre göre, arama yapmadan önce bu dilekçeyi
doldurarak aşağıdaki bilgileri cevaplamanız gerekmektedir. Diyelim ki anahtar
sözcüğünüzü 20 kez değiştiriyorsunuz, bu durumda 20 kez bu formu
doldurmanız gerekiyor.
Form dilekçe şöyle:
T.C. Google Arama Motoru Müdürlüğüne,
1.Aramak istediğiniz sözcüğü yukarıdaki kutuya okunaklıolarak yazınız.
2.Bu sözcüğü bulmanız halinde ne amaçla kullanacağınızıayrıntılıbir şekilde anlatınız.
3.Daha önce bu sözcüğü aradınız mıya da ailenizde arayan var mı, belirtiniz.
Ad-Soyad
T.C Kimlik No :
Adres :
Aslında hala özgür sayılabiliriz, çünkü henüz bir ağa bağlanıp
bağlanmamayıseçme özgürlüğüne sahibiz, fakat bunu da zorunlu hale getirecek
şekilde işletim sistemlerinin sadece ağüzerinden çalıştırılabileceği sistemler
üzerinde çalışılmaktadır. İnsanların kendisi ile kurduğu ilişkide bile kontrollü
olmasına neden olan bu sürekli gözleniyor olma durumu ve sokakta içki
içememek, argo konuşamamak gibi fiilen uygulanan saçma-sapan yasaklar,
toplumu giderek paranoyaklaştırmaktadır. İşyerleri, evler, okullar, sokaklar,
hastaneler, postaneler, cezaevleri ve bilumum diğer kurumlar aralıksız
elektronik gözetim altında tutulmakta, bu araçlarda toplanan en mahrem bilgiler
ise, ağüzerinden pazarlama yapan kuruluşların eline geçebilmekte, alınıpsatılmakta, şantaj aracına dönüşebilmektedir. Çok mahrem anlarıkaydedilerek
şantaj yapılan insanların işledikleri cinayetler, küçücük çocukların ses ve
görüntü kayıtlarıyla düşürüldüğü tuzaklar, artık üçüncü sayfa haberi bile
olmaktan çıkıp sıradanlaşmıştır. İnsanların yaşamları, tuzak haline dönüşen
elektronik görünürlüğün tehdidi altında tutsak hale gelmiştir. Mahpusluk
sistemi, yeni gözetim teknolojileriyle hapishanelerin çok ötesine uzanmıştır.
Artık mahpus bir toplum doğmuştur.
Kaynaklar
Aktüel Dergisi (1997) 20 Şubat 1997.
Bell, D. (2001), “İletişim Teknolojisi”. Sosyo-Ekonomik Perspektifiçinde (ed. Uğur Dolgun).
Bursa:Asa.
Dolgun, U. (2005), Enformasyon Toplumundan Gözetim Toplumuna. Bursa: Ekin.
Foucault M., (1992), Hapishane’nin Doğuşu.(çev.M.Ali Kılıçbay). Ankara: İmge Yayınları.
Foucault, M., (2003), İktidarın Gözü: Seçme yazılar 4, İstanbul: AyrıntıYayınları.
Foucault, M., (2005), Özne ve İktidar(çev.Işık Ergüden, Osman Akınhay) İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Foucault, M., (1993), Cinselliğin Tarihi(çev.Hülya Tufan), İstanbul: Afa Yayınları.
Hürriyet, (2004) “Microsoft, insan vücudunu ‘bilgisayar ağı’ yapacak” 4 Temmuz 2004.
Lang, S.B., (2004), “The Impact of Video Systems on Architecture”, Diss. No:15739 Swiss Federal
Institute of Technology.
Merquior, J.G., (1986) Foucault. 1.Basım. (çev.Nurettin Elhüseyni) İstanbul: Afa Yayınları.
Orwell, G. (1984), Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. (Çev.Nuran Akgören). İstanbul: Can Yayınları.
Orwell, G. (2010), Hayvan Çiftliği.(Çev.Celal Üster) İstanbul: Can Yayınları.
Penguen (2008) 30 Ekim, Sayı319.
Strati, A., (2000) Theory and Method in Organization Studies. London:Sage.
http://www.maxicep.com/network-internet-ve-guvenlik/turkiyede-kac-tane-yasakli-site-var-298074.html (5.3.2011)
http://ekonomi.haberturk.com/teknoloji/haber/627476-ne-ararsan-yasak (13.4.2011)
http://www.atauniv.com/forum/showthread.php?t=17069&page=1(5.5.2011)
http://www.yenimedyaduzeni.com/web-adreslerinde-sok-edici-sansur-listesi/ (6.5.2011
Banaİçeriğimiz CC BY-NC
UlaşınLisansına tabidir
* * * Site kullanım şartlarını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz * * *