Ana Sayfa > Popüler Yazılar > Diğer > Öykü Kurmak

Öykü Kurmak

Şükran Gölbaşı (Cömert)

O gün çok yorgundu, isteksizdi. Daha vizeleri okumadan final koşturmacası başlamıştı. Sabahları alışmadığı biçimde saatin alarmıyla uyanıyor, tüm gün sınavdan sınava koşturmaktan helak oluyordu bir süredir. Zaten dans dersleri de kabak tadı vermeye başlamıştı. Adımlarını beceriksizce hocanınkine uydurmaya çalışırken ruhu kırlarda dolanıyordu. O gün, suratında her zaman bedbaht bir ifadeyle sanki ders süresince zorla orada tutuluyormuş gibi duran adamla dans ediyorlardı.  Öyle konuşmadan, kös kös ayaklarına baka baka... bir figürü 3-5 kez tekrarlaya tekrarlaya... Bir kadın kenara çekilmiş adamı bırakmasını bekliyor, bir diğeri ise her üçünü birden göz markajında tutuyordu. Velhasıl kıymetliydi adam, demek ki dans bilmeyen kadınlar ne kadar kıymetsizse, dans bilmeyen adamlar da tersine o kadar önemliydi, ya da şöyle denebilirdi -bedbaht ve dans bilmeyen adamlar daha çekiciydi- Ben bunu neden bilmiyorum, diye düşündü. Zaten hayat bilgisinden hep sınıfta kalıyordu, o öğrendikçe müfredat değişiyor, o hep hayat cahili olarak diğer kadınlar kadar becerikli olmayı bir türlü başaramıyordu.

Adam adımlarını o kadar iri atıyordu ki bir ara kendini ortaokulda olduğu gibi tren raylarının tahtaları üzerinde küçük adımlarını ayıra ayıra yürüyormuş gibi hissetti. Sanki karşıdan aniden tren gelebilirmiş gibi başını kaldırdı. Adamın suratı ifadesizdi, birden "ben kalmayacağım, gideceğim" dedi.  O da hiç düşünmeden "ben de, sıkıldım... beni de kapıya kadar bırakır mısınız?" dedi.

Adam, çıkış kapısına yaklaşırken, kendisinden hiç beklemediği bir çabuklukla ama aynı bezgin ses tonuna sahte bir merak katmaya çalışarak, "Erken çıktığınıza göre şimdi ne yapacaksınız?" dedi. Bu tür soruların aslında içinde bir daveti saklayan zarf olduğunu bilecek kadar büyüktü artık, uzatılan zarfları şıkça çevirmeyi öğrendiği kadar bir şeylerin arkasına sığınmadan uzanıp alacak kadar da cesurdu. "Hiiç bir yere gidip çay içeceğim, gazetelerimi okuyacağım, kendime gelmeden eve gitmem" dedi. Adam "birlikte içelim o zaman, tabii isterseniz" diye karşılarken göz ucuyla da onu süzüyordu bezgin bezgin. Belli ki canı sıkılıyordu. İki canı sıkılan insan. İkisi de birbirini bir çay içimi de olsa ayartmaya çalışan iki karşı cinsten çok akşamın son evraklarını inceleyen vergi memurlarına benziyorlardı, asık suratlı, yorgun, bedbaht...

Dans etmeyi hiç becerememişti. Ayda yılda bir dans etmesi gerektiği ortamlarda bulunmuşsa, kimse gözlerini yakalayıp da "hadi" demesin diye masanın altına girecekmiş gibi süklüm püklüm olur, pisttekileri izlemeyi çok istediği halde çaresizce kendi ayaklarını izlerdi. Kevin başka bir kadınla giderken "o çok güzel dans ediyor" demişti. Demek ki güzel dans eden kadınlar adamları daha fazla hak ediyordu. Zaten Erman da dans bilmediğini duyunca tüm zerafetine halel gelmişçesine hayretler içinde "senin gibi bir kadııın...!" demişti. Demek ki benim gibi kadınların hepsi dans biliyordu. Bir ben böyle... ne gibi? Köylü gibi! Odun gibi!

Hep kollamıştı bir dans kurs açılsın da gitsin diye. Açılmadı işte. Açıldığı zamanlarda ya parası ya zamanı uymadı. Belki biraz eğilip bükülmeyi öğrenirim diye gidip folklor ekiplerine bile katılmıştı zamanında, ama şöyle bir şey vardı hep; kursta sanki herkes lisansını almış da mastera geliyor gibi oluyordu. Ellerini ayaklarını nereye koyacaklarını ondan başka herkes biliyordu. Yani bu iş olmayacaktı. O da unutup gitmişti zaten.

Kısmet bugüneymiş diye düşündü. Adamın öyküsü de pek farklı değildi aslında. Demek ki dans bilmeyenlerin böyle ortak bir öyküsü oluyordu. Ama şimdi yeni bir öykü kuracak kadar öğrenmişlerdi dansı. Öyle miydi? Aslında, kursta şöyle bir uzaktan bakıldığında dans eden insanlardan çok Thieneman Meydanında toplanmış sabah jimnastiği yapan Çinlileri andırıyorlardı. Olsun. İşte şimdi iki danszede karşılıklı oturmuş hayattan bahsediyorlardı. Hayattan bahsetmek bu ülkede bir takım acar insanların sizi nasıl hayat denen avlunun dışında tuttuğundan bahsetmekle eşdeğerdi. Deniz manzaralı restoranın masasında hayatın bütün güzel yanlarından nasıl sürgün edildiklerine dair sırayla söz alırlarken toplu terapiye çıkmış gibi bir halleri vardı ikisinin de.  Birbirlerine habire canlarının ne çok yandığını anlatıyorlardı, kimi zaman umarsız kimi zaman buğulanan ses tonuyla.  Üstelik vakit hayli ilerlemiş olmasına rağmen bu iç daraltıcı sohbetlerinden ve hallerinden memnun görünüyorlardı.  Neden sonra iki sürgün kalktılar, adam dokunmadan kollar gibi kolunu kadının sırtına doğru açmış öteki eliyle avlunun kapısını itekliyordu. Vaktiyle onları avludan sürenlerden ikisi dışarı atılacaktı  şimdi. Nasılsa dans etmeyi öğrenmişlerdi artık, biraz da ötekiler avlunun dışından seyretsindi ‘hayat'ta dans edenleri. 2003

ContactspcBanaspcCreative Commons Licenseİçeriğimiz CC BY-NC
spcUlaşınspcLisansına tabidir

w3c HTML CSS Compatible

* * * Site kullanım şartlarını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz * * *