Ana Sayfa > Popüler Yazılar > Gazete Yazıları > İktisat Politikaları ve Ahlak

İktisat Politikaları ve Ahlak

(Devletin Özerkliği ve Kapasitesi yazısının devamı)
Dr. Şükran Gölbaşı
Cumhuriyet Gazetesi
Bilim ve Teknoloji 30 Ocak 2009

Karar alma işlemi, iktisat ve siyaseti birbirine bağlayan önemli kavşak noktalarından biridir.Devlet iktisat politikasını saptarken, çeşitli amaçlar arasında bir tercih yapmak ve bunlar arasında bir ön­celik sıralaması yapmak sorunu ile karşı karşıyadır. Amaçlar arası tercih sorununu, önemli bir sorun haline geti­ren neden, toplumun çeşitli kesimlerinin amaç ve çıkarlarının farklı olma­sıdır. Bugün bütün devletlerin, sahip oldukları ekonomik düzen ne olursa olsun başlıca amaçları benzerdir, farkları bu amaçlara verdikleri öncelikte ortaya çıkmaktadır. Amaçlar arası seçim yanında bir de araçlar arası seçim sorunu vardır. Yani, politikacı belli bir amaca ulaşmayı mümkün kılan değişik iktisat politikası araçlarından birini seçmek zorundadır. Araç seçimini önemli kılan temel neden, her aracın toplumsal bir maliyeti olmasıdır. Kullanılan her araç toplumun bazı kesimlerine mad­di ve manevi bir yük yüklerken belli kesimlere diğerlerinden farklı bir kazanç sağlar. Bu durumda hükümet, araçlar arasında bir ter­cih yapmak ve bir karar vermek zorunda kalır. Tıpkı amaçlar arası seçimde olduğu gibi karşısında üç alternatif bulunmaktadır: ya vatandaşları ikna ederek belli bir araç etrafında görüş birliği sağ­lamak, ya sosyal kesimlerden birinin tercihini hükümet tercihi yapmak veya çeşitli araçları birbirlerinin etkilerini azaltmak pa­hasına birlikte kullanmayı denemek (Savaş, 1986).

Bu durum, iktisatta ve siyasette tercih yapmak ve karar almak sorununu ahlaki bir sorun haline getirmektedir. Devletin karar alırken, toplumsal konsensüsü ve toplumun ortak çıkarlarını ne ölçüde gözettiği, onun aynı zamanda iktidarını kullanma biçiminin de -rejim- bir göstergesidir. Bilindiği gibi devletin üç işlevi; tüm topluma hizmet, yerleşik üretim ilişkilerini korumaya yani egemen sınıfa hizmet ve devletin kendi çıkarlarına hizmettir. Birinci işlevi önceleyen devletleri sosyal devlet, ikinci işlevi önceleyen devletleri kapitalist, üçüncü işlevi önceleyenleri ise otoriterden totalitere oradan faşizme varan bir skala üzerinde niteliyoruz. Kriz önlemlerini bir de bu bilgiler ışığında inceleyelim, bakalım devletimiz kimden yana.

Krizi önlemek amacıyla açıklanan paketten çıkan, bankacılık sistemine 2,5 milyar dolarlık ek döviz ve KOBİ'lere 350 milyon liralık sıfır faizli kredi sağlanması, ihracat reeskont kredisi limitinin 500 milyon dolar arttırılması, işveren primlerinin 5 puan düşürülmesi, kara para tüccarlarının "Varlık Barışı Yasası" adı altında kurtarma ve meşrulaştırma kapsamına alınması, hisse senedi sahiplerinin stopajının sıfırlanması kararları, bölüşümün egemen sınıflar lehine yeniden düzenlenmesinden başka bir şey değildir. Şahsi mükelleflere ve zanaatla uğraşan küçük esnafa, kriz koşullarında kredi ya da ödeme kolaylıkları sağlanmaması, tarım arazilerinin miras yoluyla bölünmesini önleyen bir yasanın yolda olması ise, küçük mülkiyeti ortadan kaldırmaya ve tekelleşmeye yeşil ışık yakmaktır.

Sendikalardan gelen KDV indirim talepleri, "bütçe imkanlarının elvermediği" savıyla geri çevrilmiştir. Aynı bütçe imkanları doğrudan sanayiyi ilgilendiren vergilerin düşürülmesine ve sıfırlanmasına imkan vermiştir. Sanayinin kullandığı elektrik ucuzlatılırken de bütçe imkanları gözetilerek, tüketicinin konutta ve köylünün tarlada kullandığı elektrik ve suya zam yapılarak finanse edilmiştir. Dünyanın en pahalı benzinini (üzerindeki vergi oranı %400) kullanma şampiyonluğuna son zamlarla doğalgazı da eklemiş bulunuyoruz. Zam üstüne KDV'yi de artırıp halkın yükünü katmerliyoruz. Tabii ki halk seçeneksiz değil, AKP'li olup bedava kömürle ısınma imkanı var. Halkın en temel gereksinimleri olan ilaç ve gıdada KDV oranını bütçe imkanlarını arttırmak için % 10 yükseltirken, bakın aynı bütçe imkanları ile sanayicimizi nasıl finanse ediyoruz: Yatırım ortaklıkları ve fonlarının kazançları üzerinden ödedikleri banka sigorta muameleleri vergisi sıfırlanıyor; şirket birleşmelerine ve şirketlerin aktif satışlarına vergi istisnası getirilmiştir; dış kuruluşlardan  borçlanmalarda vergi yükü aşağı çekilmiştir, kurumlar vergisi stopajı sıfıra indirilmiş; uzun vadeli mevduata stopaj indirimi getirilmiştir.

Dokuz aydır 1.059.360 kişinin kredi ve kredi kartı borçlarını ödeyemediği bilinirken devlet, tüketicilerin yeni kredi borçlanmalarının bir miktar faizini sübvanse edeceğini söylüyor. Mantık şu: Borcu borçla kapat, bankaları rahatlat, hatta biraz alışveriş yap piyasayı canlandır. Devlet, mevcut borcunu ödeyemez duruma düşene, bankaların yeni kredi açmayacağını bilmiyor mu? Biliyor elbet, maksat halka da bir şey veriyormuş gibi yapmak. İşsiz sayısının 2.5 milyon, işsizlik oranının10.3 olduğu bir ülkede, devlet utanmadan "işsizlik fonu"nun bir kısmının işletmelere kredi olarak kullandırılmasını dillendirilebiliyor. Asgari Ücret ise, sadece işveren-hükümet kesimi temsilcilerinin katıldığı oturumda, Devletin İstatistik Kurumu'nun saptadığı "asgari geçim ücreti"nin çok altında tespit ediliyor. Bu ülkede yoksulluk sınırının altında yaşayan 13 milyon insan var. Türkiye'de hiçbir sağlık sigortasına sahip olmadığı için hastane kapılarında ölüp gazetelerimizin 3.sayfa haberi olan insan sayısı nüfusun üçte biri. Bu orana primlerini ödeyemediği için sağlık hizmetlerine erişemeyen Bağkur'lular dahil değil. Halen adının başında Sosyal ibaresi olan, dünyanın en yüksek vergi oranlarını uygulayan devletimiz, vergiyle finanse etmesi gereken en temel hak olan sağlığı parası olana satıyor. IMF, 8-10 milyarlık harcama kısıcı önlemin cari harcamalardan olmasını istemiştir. Cari harcamalar, devletin topluma hizmet yükümü altında, topladığı yüksek vergiler karşılığı üstlendiği, sağlık, eğitim, iletişim, ulaşım, kanalizasyon ve güvenlik gibi konularda yaptığı harcamalardır. Bu anlamda, Belediyelerden 1,7 milyar kesilmesi, sosyal güvenlik açığının daraltılması ve sağlık harcamalarında kesintiye gidilmesi öngörülürken savunma ve güvenlik harcamaları istisna kapsamında tutulmaktadır. Bu, devletin önümüzdeki günlerde daha da ceberutlaşacağının habercisidir.

Tarım kesiminin, krizden sonra ekim yapamaz hale geldiğine işaret ediliyor, banka borçları ertelenmezse, 2009'da boş tarlalar ve icralık traktörlerle karşı karşıya kalınacağı söyleniyor. Çiftçimize paketten hiçbir şey çıkmadığı gibi, girdi maliyetleri ise krizle dünya maliyetlerinin çok üzerine çıkmış durumdadır. Önlemler, krizde vatandaşa birazcık soluk aldırmanın ötesinde, sermayenin kazançtan kayıplarını yoksul halka finanse ettirme kararlarıdır. Varolan çarpık bölüşüm ilişkilerinin derinleşmesine hizmet etmektedir.

Devletin toplumun tamamına hizmet görevlerinden, ne işsizliğin önlenmesi, ne istihdamın arttırılması, ne sağlık ve sosyal güvenliğin ne belediye hizmetlerinin ne de eğitimin desteklenmesine ilişkin hiçbir karar olmadığı gibi, bu kesimlerden sermayeye kaynak aktarımı sağlayacak ek külfetler getirilmiştir. İşveren pirimleri düşürülürken işçinin priminde düşüş yoktur, onun kurtarılması gerekmiyor. Nasılsa çalışmaya hazır her yaş ve donanımda sayısız işçi var, olmadı bizden daha yoksul ülkelerde daha ucuz üretim yaptırma imkanları var.

Bu kararlar devletin, halkın çok ağır koşullara katlanması pahasına, apaçık egemen sınıfların krizden daha zenginleşerek çıkması için, pastanın toplumun geri kalan kesimine ayrılmış küçücük yüzdesinin bir kısmını daha özel kesime aktarmak için bir dizi düzenleme yaptığını gösteriyor. Her şeyden önce, toplumun ortak menfaatlerini sağlamak ve ülkede hak, adalet ve kamu düzenini korumak için oluşturulmuş bir hizmet kurumu olan devlet, topluma hizmet amacını tümüyle unutmuş gözüküyor. Bugün gelinen noktada, devlet sosyal adaleti sağlayamıyor. Devletin güvenlik güçleri, yasayla arttırılan yetkilerini pastadan pay alamayanların sindirilmesi için ve ülkeyi daha güvensiz bir ortam haline getirecek tarzda kullanıyor. Devlet istihdam yaratmıyor, işsizleri vatandaştan saymıyor. Sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim sistemini, ulusal çıkarları gözetecek doğrultuda yönetmek yerine emperyal kurumların talepleri doğrultusunda sistemin çöküşünü hızlandıracak tarzda yönetiyor. Bütün bu tek yanlı politikaları uygulayabilmek için baskı aygıtlarını giderek genişletiyor, yetkilerini arttırıyor ve ayrıcalıkla donatıyor. Özetle devlet, ideolojik ve baskı aygıtlarını kullanarak, etkisiz hale getirdiği kendi halkına zulmediyor. Otoriter devletten hızla totaliter bir devlete doğru kayıyoruz.

 

Savaş, V.F. (1994) Politik İktisat. İstanbul:Beta

ContactspcBanaspcCreative Commons Licenseİçeriğimiz CC BY-NC
spcUlaşınspcLisansına tabidir

w3c HTML CSS Compatible

* * * Site kullanım şartlarını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz * * *