Ana Sayfa > Popüler Yazılar > Gazete Yazıları > Aydın Olmak Taraf Olmaktır

Aydın Olmak Taraf Olmaktır

Dr. Şükran Gölbaşı
İstanbul Kültür Üniversitesi
Cumhuriyet Gazetesi
Bilim ve Teknoloji 8 Ocak 2010


“Felsefe yapma”, “politika yapma”, “entel-dantel takılma”, “ben tarafsızım” gibi sözler günlük yaşamımızın sık tekrarlanan replikleridir. İyi ve güzel olan şeyleri aşağılayarak, değeri üzerinde tartışma yaratarak, toplumsal konularda sorumluluk almamanın ve yapamadığımız şeylerden kurtulmanın bir yolunu bulmuş ve bu yolu çok beğenmiş olmalıyız ki tutturmuş gidiyoruz.
Bence herkes felsefe yapmalı. Felsefe yapmak, toplumda felsefe sözcüğüne yüklenilen negatif anlamda, anlaşılmaz bir şeyler zırvalamak değildir. Felsefe yapmak, sorgulamaktır, bir şeyin -her şeyin- neden, niçin öyle olduğunu anlamaya çalışmaktır. Bize sorgusuz dayatılan şeylerin ardındaki örtülü motifleri, niyetleri ancak felsefe yaparak sorgulayabiliriz.
Bence herkes politika yapmalı. Politika yapmak sadece dar anlamda bir ülkenin yönetimine talip olmak değildir. Politika yapmak geniş anlamda, kendi geleceğine sahip çıkmaktır. Geleceğimizin nasıl olması gerektiğini başkalarının kararına bırakmak yerine kendimizin kurgulamasıdır. Bir öğrencinin harçlar konusunda yürüyüş yapması da, bir annenin kreş yemeklerini sağlık açısından sorgulaması da, çok canımızı yakan konularda hiç ilgisiz durmak da, hepsi aslında bir çeşit siyaset yapmaktır. Buradan yola çıktığımızda, "siyaset yapmadığını söylemek" siyaset yapmanın en yaman tarzıdır. Çünkü bu demektir ki, "ben kurulu düzenden memnunum, bu nedenle sorgulamaya hiç gerek duymuyorum, memnun olmayanların ne durumda olduğu beni hiç ilgilendirmez." Yani kısaca ben şimdilik kazanan taraftayım, demektir.
Bence herkes entelektüel olmalı. Dantel kısmını (başka övünecek şeyleri olmadığından olsa gerek) entelektüel olmadıklarıyla övünenlere bırakıyorum. Entelektüel olmak, “bir aydın olarak insanın, sadece kendi dar uğraş alanının dışına çıkıp yaşadığı toplumun –ve diğer toplumların- sorunlarıyla da ilgilenmektir”. Her bilim insanı, esasında konusunda uzmandır. Kendi uğraş alanına ilişkin derinlemesine bilgiye sahip insandır, fakat çağının sorunlarıyla ilgilenmiyorsa sadece uzmandır, “aydın” ya da “entelektüel” sıfatını hak etmez. Aydın, sözcüğünden anlamamız gereken sadece aydınlanmış insan değil, ışığını aydınlatmak için kullanan insandır. İşte o zaman entelektüel sıfatını hak eder.  Çok az entelektüel çıkarabilmiş bir ülke olarak, her gece dantellerimizin(!) TV’den ilmik ilmik dantela gibi işledikleri zihniyetlerin o bir avuç entelektüelimize de ölüm tuzakları kurduğu ülkede yaşamanın utancını taşıyarak diyorum ki, en azından erişemediklerimizin önünde saygıyla eğilecek kadar erdeme sahip olabilmeye çalışsak.

Bence herkes zaten taraftır. Tarafsız bir konum yoktur. Bilim adamının tarafsız olduğunu iddia etmesi, sıradan vatandaşın tarafsız olduğunu iddia etmesinden çok daha tehlikelidir.  Çünkü bu toplumda, -esasında genel olarak Batı’nın biçimlendiriciliğinde modernleşmiş toplumlarda- bilimin nesnel ve tarafsız olduğu yönünde yerleşik bir inanç vardır. Bu inanç nedeniyledir ki sıradan insanların, bilim insanlarının çıkıp ekrandan savunduğu şeyleri, genel geçer doğrular olarak algılama riski vardır.

Türkiye'de de çoğunluğun görüşü; "Bilim adamı tarafsızdır, tarafsız olmalıdır" yönündedir. Peki, ne demek tarafsız olmak? Yaşadığımız sosyal bağlamda siyasi ve sosyal bütün yaklaşımların, ideolojilerin ötesinde, hepsini kapsayan ya da dışlayan bir yer mi var? Hepsini kapsamak diye bir şey söz konusu bile değilken, hepsini dışlamanın ise bizi anarşizme* götürdüğünü biliyoruz. Anarşizm sözcüğünün telaffuzuna bile katlanamayan bir toplumun bilim insanları olarak böyle bir konumu savunanımıza ben henüz rastlamadım**. Bu durumda bilim insanlarımız tarafsız olduklarını ya da olunması gerektiğini savunmakla neyi kastediyorlar acaba? Tarafsız olduğunu savunan bilim insanlarının, yaptığını iddia ettikleri tarafsız bilimin ne anlama geldiğini, nasıl bir yerden bize seslendiklerini, nasıl bir dünya için bilim yaptıklarını birileri çıkıp açıklayabilir mi? Böylece şu tarafsızlık ütopyasına bir son verip, herkesin nereden seslendiği, kime ve nereye seslendiğini görme imkanımız olsun.

Tarafsız olmak, bence düpedüz, sorgusuz-sualsiz egemen siyasal ve sosyal anlayışın çizgisinde olmak, o çizgide bilim yapmaktır. Yani, araştırmalarımızın, bulgularımızın, kurulu düzeni sorgulamaktan kaçınması, düzenin hakkını yediklerinin ve görmezden geldiklerinin hakkını sorgulamaması ve bu konudaki örtülü konsensüsü tarafsız kimliğine halel getirmeyecek tarzda örtülü bir şekilde onaylamasıdır. Ee peki “tarafsız kalmak” ne demek oluyor bu durumda? Bundan, mevcut düzenin hiç değişmediğini mi, yoksa değişen düzenle birlikte bu tarafsız konumun da habire yer değiştirdiğini mi anlamamız gerekiyor? Bilim adamı, illa çoğunluğun saf tuttuğu tarafta olmayı, tercih edilen tabirle tarafsız olmayı yeğleyebilir. Tut ki fonların, kaynakların, siyasi iradenin olduğu tarafta olmayı yeğledi. Topluma seslenirken, bununla ilgili açıklamaları yapmakla yükümlüdür.

Sosyal bilimlerde, bir tek gerçeklik olmadığı gibi, ona giden tek bir yol ve yöntem de söz konusu değildir. Yani bu bir çok yol, bir çok konum arasından giden bir orta yol maalesef yoktur. Sosyal Bilimler sözkonusu olduğunda, izlediğimiz yollar, sorduğumuz sorular bizi farklı sonuçlara götürür. Bilim de, bilgi de esasında bir toplumsal kurmacadır. Ortada, birilerinin tekelinde olan bir hakikat yoktur. Hakikat dediğimiz şeyin çeşitli tarihi bağlamlarda ve sosyal bağlamlarda değiştiğini kabul ederek bilim yapmalıyız. Hangi epistemik cemaatin üyesi olduğumuzu baştan belirtmek, araştırmalarımızın geçerliliği ve güvenilirliğinin etik temelidir. Eğer sosyal bir araştırma yapıyorsak, araştırdığımız şeyin ve araştırıcı olarak kendimizin, içinde yaşadığımız toplumun ve kültürün bir parçası olduğunu teslim etmeliyiz.

Örneğin bu ülkenin en yakıcı sorunları olan Ermeni sorunu, Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu konusunda konuşuyorsak, seçmeli olarak yararlandığımız kaynakların hangileri olduğunu, diğerlerini neden dışladığımızı ve yaslandığımız kuramların ardındaki siyasal konsensüsleri ve tarihi bağlamı açıklamak zorundayız. Aksi takdirde belli bir tarihi dönemin ya da toplum anlayışının ürünü olan görüş ve kuramları genel-geçer doğrular gibi vererek insanları yanıltmış oluruz ki buna hakkımız yoktur. Bunu yaptığımızda, yaptığımız bilimin herhangi bir ideolojiden farkı yoktur. İşte taraf olmaktan kastım da budur. Mademki belli bir tarihin ve siyasal konjonktürün ürünü olan bir kuramı savunuyoruz, daha çalışmamızın -eğer TV’na çıkıp topluma sesleniyorsak, konuşmamızın- en başından bundan ilgili herkesi haberdar etmek zorundayız. Bu, çalışmanın bilimselliği kadar bilim ahlakı ile de doğrudan alakalı bir konudur. Tarafsız bir konum olmadığına göre, öncelikle ne tarafta olduğumuzu, araştırmamızı hangi kaynakların fonladığını, varsa hangi siyasi ya da sosyal otoritelere sırtımızı yasladığımızı, araştırmanın sonuçlarının kime/neye hizmet edeceğini açıklamak zorundayız. Aksi takdirde tarafsızlığın dayanılmaz hafifliğinin ahlaki hafiflik olarak algılanma riski doğabilir.

Bilim adamı tarafsız olmak değil öncelikle dürüst ve açık olmak, tarafını apaçık ortaya koymak zorundadır. Bu, bir araştırmaya henüz başlarken, toplum ve insana ilişkin varsayımlarımızı baştan açıklamayı gerektirir. Açıklayalım ki, herkes, dediklerimizi doğal yasalar gibi algılamasın. Bir araştırma sonunda bulguladığımız her şey ve vardığımız sonuç; her durum ve koşulda değil, ancak bu temel varsayımlarımız doğrultusunda geçerlidir. Sorduğumuz sorular, bu temel varsayımlar doğrultusunda doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir ve ancak o kadar doğrudur. Araştırma sonuçlarımız; neyi açığa çıkarmak, açıklamak ya da neye/kime hizmet etmek için hangi soruları sorduğumuzla doğrudan alakalıdır. Aynı şekilde, izlediğimiz yol ve yöntemler de... Eğer bilim insanı olarak ülkemizin meseleleri hakkında televizyona çıkıp görüş bildiriyorsak, gazetelere yazıyorsak aynı duyarlıklar içinde davranmalıyız.

Bilim insanını, onurlandırması gereken şey, tarafsız olmakla böbürlenmek değil, hangi tarafta olduğunu ve niçin o tarafta olduğunu açıklayabilecek yüreğe sahip olmaktır. Tıpkı Edward Said gibi, tıpkı Filistinli çocuklarla birlikte karşı tarafa taş attığı için üniversiteden atılmasını talep edenlere karşı onu savunan üniversite rektörünün yaptığı gibi.

*Bilimde birbirinden çok farklı, hatta karşıt ilkelerin birlikte varolduğu aşırı çoğulculuk hali.
**Bu yazıyı henüz bitirmiştim ki CBT’ne göndermeden MMF 7 sempozyumuna katıldım. Sempozyumda Prof.Dr. Rennan Pekünlü beni tekzip edercesine anarşizmin ahlak anlayışı ile ilgili bir bildiri sunarak Kropotkin’i okuyana kadar kendisinin de aslında ahlaki anlamda bir anarşist olduğunu fark etmediğini ifade etti. Bildiriyi okumak isteyenler bu linkten ulaşabilir: http://astronomy.sci.ege.edu.tr/~rpekunlu

ContactspcBanaspcCreative Commons Licenseİçeriğimiz CC BY-NC
spcUlaşınspcLisansına tabidir

w3c HTML CSS Compatible

* * * Site kullanım şartlarını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz * * *