Ana Sayfa > Popüler Yazılar > Gazete Yazıları > Borç ve Bağımlılık Sarmalının İşleyişi IMF'le İlişkileri Neden Kesemiyoruz?

Borç ve Bağımlılık Sarmalının İşleyişi IMF'le İlişkileri Neden Kesemiyoruz?

Dr. Şükran Gölbaşı
Cumhuriyet Gazetesi
Bilim ve Teknoloji 28 Mart 2008

Günümüzde az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin gelişim ve değişim sürecine Merkez ülkelerin sık sık müdahale etmesine tanık olmaktayız. Daha 1907'de, ABD başkanı olmadan önce yaptığı bir konuşmasında Woodrow Wilson, kapitalist devletin misyonunu ve müdahalelerin gerçek amacını şu sözlerle açık seçik ifade etmiştir: "Ticaret, ulusal sınırları dikkate almadığı ve fabrikatör, bütün dün­yayı pazar olarak görmekte ısrar ettiği için, bu ülkenin (ABD) bay­rağı onun (kapitalizmin) ardından gitmeli ve ona kapalı olan ülkelerin kapıları yerle bir edilmelidir. Dünyanın işe yarar hiçbir köşesi gözden kaçmasın ya da kullanılmadan kalmasın diye sömürgeler elde edilmeli ya da kurulmalıdır."  Wilson daha sonra başkan olunca, ABD'nin "dünyanın ekonomik kaderine yön verme mücadelesine giriştiğini" belirtmiştir.

ABD'nin ve Merkez ülkelerin kontrolündeki IMF ve DB gibi kurumların diğer ülkelere askeri ve ekonomik müdahalelerinin görünür bahaneleri, her ne kadar demokrasi götürmek gibi masum söylemlerle meşrulaştırılmaya çalışılsa da, esas nedenin ilgili ülkelerin ulusal çıkarlarıyla herhangi bir ilgisi olmadığı artık bilinmektedir. Kimi zaman yeni yatırımlar için fırsat yaratmak, kimi zaman ülkenin kaynaklarını kontrol altına almak için yapılan kanlı müdahalelerin gerçek amacı, sadece bir Pazar olarak gördükleri bu ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda herhangi bir ulusal düzenleme yapmasına izin vermeyerek, sınırlarını sermaye hareketlerine sürekli açık tutmaktır. Yani esas neden, tüm dünyayı küresel çaptaki sermaye birikimi sistemi için güvenli bir hale getirmektir. Bu amaçla izlenen iki ana stratejiden biri borçlandırma, diğeri ise siyasi, askeri ve ticari müdahalelerdir.

XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında borç verme, Batı ser­mayesine aşırı kârlar sağlamakla kalmayıp, onlara borçlu ül­kelerin doğal kaynaklarına el koyma, borçlu ül­kelerin iç politikalarını (eğitim sistemine varıncaya kadar) ve pazarlarını de­netleme olanağı veren bir mekanizmaydı. Bir bakıma, o dönemde borçlandırma, bugün azgelişmiş olarak adlandırılan ülkeleri kapitalist sisteme bağlamanın bir aracıydı.

II. Dünya Savaşı sonrasında ise, borçlandırma bu ülkelerin kapitalist sis­temden kopmalarını önlemenin bir aracı durumuna gelmiştir. Kapitalist gelişme sürecinde ekonomik olarak zayıf ülkelerin borçlandırılması, kapitalist yayılmanın önemli araçlarından biri­ni oluşturmuştur. Azgelişmiş ülkelere açılan krediler, borçlarını ödeyemez duruma düşen ülkelere doğrudan müda­halenin yolunu açmıştır. Borçların ödenememesi sonucu yapılan baskılar, borçlu ülkenin maliyesine el koymaktan, o ülkenin alacaklılar tarafından işgal edilmesine kadar varan bir dizi müdahaleyi içermiştir. 1870'lerde Mısır'ın ödeyemezlik duru­muna düştüğünde istila edilmesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun içine düşürüldüğü borç tuzağının imparatorluğun sonunu hazırlaması buna en güzel örnektir.

1945 sonrası büyük imparatorlukların çökmesinden sonra, galip ülkeler öncülüğünde dünya sisteminin yeniden örgütlendiğine tanık olmaktayız. Truman doktrini çerçevesinde Avrupa'nın imar edilmesi ve diğer ülkelerin kalkınmalarının desteklenmesi gibi, görünüşte masum amaçlar taşıyan Marshall Yardımları, yeni bağımsızlığını kazanan ulus devletlerin ekonomik olarak sömürgeleştirilmelerinin ve bağımlılık ilişkilerinin pekiştirilmesinin  yolunu açmıştır.

Marshall Yardımları ile ekonomisi bir kez borca bağımlı hale getirilen ülkelerin kurumları, bu ülkelerin bağımlı konumlarının ve ülke kaynaklarının dışarıya transferinin sürekli hale getirilebilmesi için, kredi kuruluşlarının kontrolünde yeniden biçimlendirilmiştir. Osmanlı'da 1879 Tanzimat Fermanı ile başlatılan Batılılaşma hamlesi, 1945 sonrası devletin modernizasyonu ve işlevlerinin genişletilmesi, 1980 sonrası yeniden yapılanma adı altında devletin karar birimlerine özel sektörün ortak edilmesi, hep kredi veren kurumların önümüze koyduğu kredi koşulları çerçevesinde gerçekleştirilen değişikliklerdir.

Kapitalist sistemin periyodik tıkanıklıklarının önünü açmak niyetiyle, dünya sisteminin her  yeniden örgütlenişinde, dünya ülkelerine balans ayarı yapılması ihtiyacı, borç ilişkilerinin araçsallaştırılarak yeni eşitsiz koşulların bu ülkelere çeşitli yöntemlerle benimsetilmesine neden olmuştur. En bilinen yöntemlerden biri, Türkiye'de hep uygulanagelen borç yapısını değiştirerek borç yükünü katlamak, ödeyemezliği öne sürerek borçları yeniden yapılandırma bahanesiyle borç metinlerine yapısal değişim şartlarını koyarak ülke kurumlarını bağımlı hale getirmektir.

Nitekim, 1980'de de aynı senaryo çok daha acımasız koşullarla bir kez daha uygulamaya konulmuştur. Başta DB olmak üzere, OECD, IMF, DTÖ, AB ve BM gibi kurumlar kapitalist sistemin yeniden yapılanmasına dünya çapında geçerlik kazandırmak amacıyla yeni liberal politikaları Avrupa'dan başlayarak dünyanın bir çok yerinde uygulamaya koymuşlardır. 1980'li yılların başından itibaren Türkiye de bu sürece dahil edilmiştir. Yapısal uyum politikaları olarak adlandırılan bu politikalar, 1970'lerden itibaren kapitalizmin içine girdiği bunalımdan kurtulması için, sermayenin dünya ölçeğinde yeniden yapılanma ihtiyacına tekil ülkelerin uydurulması amacını taşıyan politikalardır

1970'li yıllarda, dünya ticaretindeki pay­larının hızla daralması sonucu borçlarını ödeyemez hale gelen azgelişmiş ülkelerin, ithalata bağımlı ekonomik yapıları nedeniyle borçlanmaya devam etmelerini fırsat bilen mali merkezler, borç­lanmanın yapısını değiştirmiş ve bu ülkelerin ekonomik krizden çıkabilmeleri için ihtiyacı olan kredileri vermeyi, uyarlama politikalarını kabul etmeleri şartına bağlamışlardır. Böylece bu ülkeler, yapısal uyum politikalarının kuralsızlaştırma, esneklik ve özelleştirme uygulamalarıyla, uluslararası piyasaların gelişebilmesi için, kendi iç dinamikleri ve kaynakları ile kalkınma haklarından feragat etme zorunda bırakılmışlardır. Yapısal uyum politikaları bağlamında, ülkelerinin pek çoğunda kemer sıkma programları ve ekonomilere şok tedaviler güncel hale gelmiştir.

Yapısal uyarlama süreci, ulus-devletlerin hem içerden hem dışardan baskı altına alınıp yeniden biçimlendirilmesi yoluyla işletilmektedir. Bu süreçte birinci aşama, ulus-devleti bir borç sarmalı içine sokmaktır. Kredi koşulları nedeniyle zaten ülke bir süre sonra kendiliğinden bu sarmal içine girmektedir. Bu süreç içinde, yeniden takvimlendirme, yeniden yapılandırma, borç değiştirme gibi işlemlere başvurularak, ülkenin durumunun daha kötüye gitmesi hızlandırılmaktadır. Zamanla borç geri ödemelerinin yeni sermaye girişini aşmaya başlaması, ülkelerin artık iç kaynaklarını sürekli dışarı aktaran  sermaye ihracatçısı konumuna girmesine neden olmaktadır. Chossudovsky, yoksul ülkelerden zengin ülkelere bu tersine bir para akışını Marshall yardımı olarak nitelemektedir. Bu aşamada bir borç yönetimi düzeni ile devreye giren IMF ve DB, ülkenin kredi metinlerine eklenen yeni koşulları kabul etmesi şartıyla, borç geri ödeme takviminin yeniden belirlenmesini kabul edebileceklerini bildirmektedirler. Yapısal uyum programı çerçevesinde, IMF'nin yeşil ışık yakması için IMF reçetelerinin de benimsenmesi gerekmektedir. Ülke IMF'nin dayattığı politika önlemlerini kabul etmekten kaçınırsa, mali sıkıntılarının giderilmesi konusunda çok ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakılmaktadır. Örneğin borç geri ödeme takviminde bir değişiklik yapılmaması, yeni kredi verilmemesi, kısa vadeli kredilerinin bloke edilmesi, ülkenin yalnız bırakılması, sonuçta krize sürüklenmesi artık sık sık tanık olduğumuz sıradan vakalara dönüşmüştür.

Böyle bir sürecin sonunda doğal olarak ödemeler bilançosu dengesizliğinin kronikleşmesi ve borç yükünün artması kaçınılmaz olmaktadır. 1980'li yıllarda verilen kredilerin tek hedefi, borçlu ülkeye dayatılan yeni liberal politika değişikliklerinin kabul ettirilmesi olmuştur. Söz konusu politika değişiklikleri  IMF ve DB tarafından sıkı bir şekilde gözetim altında alınmakta ve sürekli değerlendirilmeye tabi tutulmaktadır. Eğer ilgili ülkenin hükümeti anlaşma koşullarına uymazsa, ödemeler derhal durdurulmakta ve ardından ilgili ülke, uluslararası kredi kuruluşlarının kara listesine alınmaktadır. Azgelişmiş ülkelerde yapısal uyum kredileri vasıtasıyla kamunun yeniden yapılandırılması, Dünya Bankasının öncülüğünde yürütülmektedir. Kredi değerlendirme kuruluşları, ülke notunu düşürmek, koşulları ağırlaştırmak ve takvimi daraltmak suretiyle,  diğer uluslararası kurumlar ise, birbiri ile koordineli olarak çok sayıda anlaşma ile ve çeşitli söylemsel stratejilerle bu ülkeleri kuşatmaktadır.

Uluslararası aktörlerin bir konsorsiyum gibi güçlerini birleştirerek çok sıkı bir işbirliği halinde, borçlu ülkeleri çok sayıda anlaşma ile kuşattıkları, yarı yolda nasıl bir işe girdiğini anlayıp vazgeçmemesi için ülkelerin durumunu kısa sürede daha da kötüleştirerek programın devamını sağladıkları görülmektedir. DB'nın 1993 tarihli bir raporunda ise, uyarlama operasyonlarının kriz koşullarında yapıldığı, normal demokratik süreçlerin işletilmesinin hedefe varmayı sekteye uğrattığı belirtilmektedir. Nitekim bir çok ülkede kriz koşullarında uygulamanın başlatıldığı yada olağanüstü yönetimlerle sürecin işletildiği görülmektedir. Türkiye'de de 1980 öncesi Ecevit hükümetine borç verilmeyip, böyle bir tuzağın içine çekildiği bilinmektedir. Ecevit'in demokratik ülkelerde uygulanamaz dediği koşulların, Türkiye'de DB ile anlaşmaya varıldıktan bir süre sonra askeri darbe yapılarak uygulamaya sokulması, DB'nın bu stratejisinin Türkiye'de de aynen işletildiğini göstermektedir. Borçlandırma ve borç veren kurumlara bağımlılığı sürekli kılma mantığının işletilme tarzı, Sayın Babacan'ın "borç almasak da IMF ile ilişkiler devam edecek" açıklamasının arka planını yeterince açıklamaktadır. Şimdilik borca ihtiyaç duyulmasa da, borç geri ödemeleri ve kredi koşullarına bağlı olarak ülkemizde devletin yeniden yapılanması devam etmektedir. İlişkiler devam edecektir, çünkü devletin yeniden yapılanması IMF'in gözetiminde sürmektedir. Alınan mesafe yeni anayasa ile güvence altına alınana kadar yeni liberal politikaların teminatı IMF'nin denetiminin sürmesidir.

Daha fazla bilgi için:

Başkaya, F. (2005) Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi,   2. Baskı, Ankara: Maki Basın Yayın

Başkaya, F. (2005) Küreselleşmenin Karanlık Bilançosu, 3.baskı, Ankara: Maki Basın Yayın

Chossudovsky,  M. (1999) Yoksulluğun Küreselleşmesi: IMF ve Dünya Bankası Reformlarının İçyüzü (Çev. Neşenur Domaniç), İstanbul: Çiviyazıları

Güler, B.A. (2005a) Yeni Sağ ve Devletin Değişimi, 2. Baskı, İstanbul: İmge Kitabevi

Güler, B. A. (2005b) Devlette Reform Yazıları, 1. Baskı, Ankara: Paragraf Yayınları

M. Parenti (1996) İmparatorluğa Karşı (Çev. Özcan Buse) 1. Baskı, İstanbul: Kaynak Yayınları

 

ContactspcBanaspcCreative Commons Licenseİçeriğimiz CC BY-NC
spcUlaşınspcLisansına tabidir

w3c HTML CSS Compatible

* * * Site kullanım şartlarını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz * * *