Ana Sayfa > Popüler Yazılar > Gazete Yazıları > Sosyal Devletten Tüccar Devlete

Sosyal Devletten Tüccar Devlete

Ekonominin Büyük (!) Mimarının Başlattığı Büyük Dönüşüm


Dr. Şükran Gölbaşı
Cumhuriyet Gazetesi
Bilim ve Teknoloji 2 Mayıs 2008

24 Ocak Kararları diye bilinen istikrar (esasında bilinçli olarak istikrarsızlaştırma) tedbirleri ve günümüze kadar devam eden devleti dönüştürme süreci ile ilgili olarak çok yazılıp çizilmesine karşın, bu kötüye gidiş ne yazık ki durdurulamamıştır. Son olarak sosyal güvenlik reformu ile emeklilik hizmetlerinin kademeli olarak rafa kaldırılması ve sağlık hizmetlerinin geldiği acıklı durum ve anayasaya yerleştirilmeye çalışılan bu yeni kurumsal düzen,  finale iyice yaklaştığımızı göstermektedir.

1980'den itibaren sermaye birikimi olanaklarını, yurtiçi pazarda ve iç pazara endeksli birikim rejimi içinde yeniden üretemeyen burjuvazinin krizden çıkış için, üretim rejiminden  toplumu örgütleyen tüm kurumsal yapılara kadar, bir dizi önemli değişikliklerin Türkiye'de başlatılmasına önayak olduğu bilinmektedir.  1970'li yılların sonlarında, toplumun yeni liberal politikalar çerçevesinde yeniden örgütlenebilmesi için gerekli olan kurumsal dönüşümleri tek başına yapabilecek güçte olmayan ve değişim yönünde taleplerini hayata geçirebilecek bir politik tabanı olmayan Türk büyük burjuvazisinin bu yöndeki taleplerini hayata geçirebilmek için, küresel düzeyde işleyen kapitalist sistemin düzenleyici kurumları ve  uluslararası aktörlerle işbirliğine gittiği bilinmektedir.

Bu bağlamda, 1980 başından itibaren bu ülkenin kurumları lego oyuncaklar gibi dağıtılıp dağıtılıp, egemen çevrelerin çıkarları doğrultusunda yeniden birleştirilirken, yaşanan bu emperyal süreci kavramayı güçleştirmek için de, tarih içinde yerli yerine oturmuş tüm kavramların içleri boşaltılmış ve yepyeni anlamlar yüklenerek yeniden piyasaya sürülmüşlerdir. İçinden geçmekte olduğumuz bu süreçte, ekonomik işleyişle politik karar süreçleri birbirinden ayrıştırılarak, insanların kaderlerini tayin hakkı ellerinden alınmakla kalmamış, insanların derdini anlatmak için kullandığı, tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu kavramları, dili de elinden alınmıştır (1). Yaşanan dilsizliğin/tepkisizliğin bir nedeni de budur. Yani, insanların tepkisini dillendirmekte kullanageldikleri kavramlar, karşı tarafın dilinde tam da bu tepkiyi maniple etmek üzere iğdiş edilmiş haliyle piyasaya sürülmektedir. Kendilerine vasilik vehmeden kurumlar ve kontrolleri altındaki medya, her gün halkın düşüncelerine tercüman olmakta, onların duygu ve düşüncelerini akıtacakları "kalıp dökmeciliği" yapmaktadır.

"Ve sonuçta televizyonlu odalara hapsedilmiş, en fazla onbeş yirmi saniyeden fazla bir konuya yoğunlaşmasına izin verilmeyen, okumayan, düşünmeyen, çevresine ve kendisine karşı sorumluluk duymayan çocuklaştırılmışlar dünyasında, her yirmi otuz saniyede değişen renk, müzik ve görüntü eşliğinde yaratılmış sanal dünyanın içinde, imajlarla oyalanan bireylerin, yaşamı dönüştürebilmesi mümkün müdür?" (2)

Bir millet, bitmek bilmeyen terörle, türbanla, magazinle oyalanırken, arka planda harıl harıl 28 yıldır inşa edilen devlete son rötuşlar yapılmaktadır. Yeni inşa edilen devletin temsilcisi artık halk değildir. Halk, ABD yaşam kültürüyle donatılmış dizilerle oyalanırken, devletin iktisat politikası araçlarının kontrolü, piyasanın ve uluslar üstü piyasa düzenleyicisi kurumların eline geçmiştir. Bu şu anlama gelmektedir: Devletin yurttaşlarına, sağlık, eğitim, güvenlik ve hakkaniyete göre bölüşüm hizmetlerini sağlayacak araçları, artık piyasanın, yani karar birimlerinde dev şirketlerin belirleyici olduğu kurulların eline geçmiştir: Bizdeki masum adıyla "Bağımsız Üst Kurullar" ın. Bağımsız Üst Kurullar acaba kimden bağımsızdır? Tabii ki milli iradeden, milli iradenin vücut bulduğu meclisten, kamu organlarından, yani halktan bağımsız. Artık halkın sağlık, sosyal güvenlik, eğitim gibi politikalarla ilgili hesap soracağı bir makam yoktur.

"Bu süreçte ulus devletlerin kendi yurttaşlarını, hatta bizzat kendilerini dev şirketler karşısında nasıl koruyabilecekleri ciddi bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır" (3) Değerli muhalefetimiz, halkın önüne en acı meselemiz olarak türbanı koyarken, faşist İtalya'dan vakti zamanında devşirilen yasalar karşımıza çeşitli numaralarla bir 159, bir 301 olarak sürekli yeni yeni yeniden sürülürken, bir Ermenilik, Bir Alevilik, olmadı Misyonerlik konusu temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp medyada halka buyur edilirken, özetle siz/biz uyurken, uyutulurken Ulus-devletten Tüccar-devlete başarılı bir geçiş yaptık. Vatanımıza milletimize hayırlı olsun.

Küreselleşme olarak adlandırılan bu yeni tip sömürgeciliğin anahtar kavramı "borçluluk"tur. Yeni sömürgeciliğin sürdürülebilmesi için, en azından ilgili ülke içinde kurumlaşması tamamlanana kadar, ülkenin borç alma ihtiyacı bitse de kredi sağlayan IMF ve kredi koşullarını düzenleyen Dünya Bankası gibi kurumlarla ilişkisini sürdürmesi esastır. Son günlerde ne demişti Babacan, "Artık borç alma ihtiyacımız kalmadı fakat IMF'le ilişkiler sürdürülecektir". Bilmem bu beyan size bir şey ifade ediyor mu? Sürdürülecektir, çünkü yeni sömürgeci kurumlaşmanın Türkiye'deki yapılanmasının sağlamlaştırılması için, yeni Anayasanın yapılmasını beklemek gerekmektedir.

 

(1) Birgül Ayman Güler  http:// mimas.politics.ankara.edu.tr. Devletin yeniden yapılanması ile ilgili daha fazla bilgi edinmek isteyenler Birgül Ayman Güler'in  kitaplarını inceleyebilirler.

(2) Yeni Dünya Düzensizliği - Küreselleşme Çözüm mü?,  http://www.cfg.org.au/e-kitap/e-kitap_2002s2.asp. Yazan/Derleyen : Nurullah Özbey

(3) Mustafa ÖZEL, "Sömürgeciliğe karşı millî duruş",   Yenişafak Gazetesi 25.05.2003

ContactspcBanaspcCreative Commons Licenseİçeriğimiz CC BY-NC
spcUlaşınspcLisansına tabidir

w3c HTML CSS Compatible

* * * Site kullanım şartlarını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz * * *