Ana Sayfa > Popüler Yazılar > Gazete Yazıları > Tüsiad ve Bir Toplum Mühendisliği Projesi

Tüsiad ve Bir Toplum Mühendisliği Projesi

TÜSİAD VE BİR TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ PROJESİ
OLARAK 24 OCAK KARARLARI


Dr.Şükran Gölbaşı
Cumhuriyet Gazetesi
Bilim ve Teknoloji 12 Haziran 2009



Türk iş dünyası ve siyasetinin son 40 yılına damgasını vuran Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) ilk 9 yılı kitaplaştırıldı. Feyyaz Berker ve Güngör Uras'ın hazırladığı "Fikir Üreten Fabrika-TÜSİAD'ın İlk On Yılı 1970-1980" adlı kitap, bu dönemi içeriden hatıralarla aydınlatırken, Mehmet Altun'un kaleme aldığı "Ortak Aklı Ararken-TÜSİAD'ın İlk On Yılı 1970-1980" adlı kitap ise Türkiye'nin konjonktürü içerisinde TÜSİAD'ın ilk 10 yılını inceliyor.
24 Ocak Kararlarının yıldönümünde Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) iki yeni kitabı piyasaya çıktı. Bu kez TÜSİAD kendini anlatıyordu. Kuruluşundan itibaren TÜSİAD’ın ilk dokuz yılını anlatan kitaplar, TÜSİAD’ın olduğu kadar Türkiye’nin de tarihine, hem de bu tarihin en kritik dönemlerinin perde arkasına bir ölçüde ışık tutuyordu. Türk iş dünyası ve siyasetinin son 40 yılına damgasını vuran TÜSİAD’ın, ilk 9 yılının tarihi, uluslar arası kurumların yeni liberal düzeni Türkiye’de kurum ve kuralları ile oturtmak niyetiyle kolları sıvayarak yerel egemen unsurlarla işbirliği içinde başlattıkları büyük inşanın tarihidir aynı zamanda. Kitapların tanıtım tarihinin de 24 Ocak Kararlarının yıldönümüne denk getirilmesi manidardır bu anlamda.
Yeniden gündeme gelmişken, Biz de bu vesileyle, TÜSİAD’ın tarihinde önemli bir yeri olan bu 24 Ocak Kararları ve bu kararlar çerçevesinde günümüze kadar süren toplumun yeniden inşasının, ne gibi sonuçlar doğurduğunu bir kez daha gözden geçirelim dedik.
Bu inceleme, Türkiye’nin 1980’den itibaren son 28 yılda tümüyle değiştirilen kurum ve kurallarının ve değişimin sonuçlarının nelere mal olduğunun bir özetidir.  Derli-toplu bir sonuç çıkarabilmek için, 1970’lerin başından itibaren 2000’li yılların başına kadar olan TÜSİAD’ın rapor ve demeçleri, dönem incelemesi yapan kitaplar ve basın arşivleri incelenmiştir.  

ŞEREFİ PAYLAŞILAMAYAN 24 OCAK KARARLARI

TÜSİAD’ın kitaplarından birinde, Krueger ile birlikte sabaha kadar Turgut Özal’la konuşulup, Özal’ın nasıl  serbest piyasa mekanizmasına ikna edildiği,  Sonra Turgut beyin Dünya Bankası’na gitmesiyle bu fikirlerinin orada kaldığı sürece büsbütün perçinlendiği, Türkiye’ye dönüp 24 Ocak kararlarına imzasını atması, 24 Ocak kararlarında ne varsa beş aşağı beş yukarı TÜSİAD ilanlarının aynısı olduğu, gibi anılar anlatılmış. Bir başka TÜSİAD kitabında da  zaten 24 Ocak Kararlarının gerçek mimarının TÜSİAD, siyasi taşeronunun da Özal olduğu iddia edilmektedir. Şerefi bir türlü paylaşılamayan 24 Ocak Kararlarının mimarı olmak, 24 Ocak’ta neler olduğu incelendiğinde hiç de övünülecek bir şey değildir.

24 Ocak, Türkiye’de tüm kurum ve kuralların piyasa mantığına göre yeniden inşa edildiği bir milattır. Kimi çevreler için çok yararlı olduğu için öve öve göklere çıkarılan bu dönüşümler, toplumun tamamı açısından bakıldığında çok hayırlı bir şey olmamıştır maalesef.

Feyyaz Berker ve Güngör Uras'ın hazırladığı "Fikir Üreten Fabrika-TÜSİAD'ın İlk On Yılı 1970-1980" adlı kitap, bu dönemi içeriden hatıralarla aydınlatırken, Mehmet Altun'un kaleme aldığı "Ortak Aklı Ararken-TÜSİAD'ın İlk On Yılı 1970-1980" adlı kitap ise Türkiye'nin konjonktürü içerisinde TÜSİAD'ın ilk 10 yılını incelemektedir. 24 Ocak Kararlarından geriye ve ileriye doğru 20 yıllık bir süreci ve bu yeniden yapılandırma sürecinde TÜSİAD’ın rolünü eleştirel bir yaklaşımla inceleyen bir doktora çalışması ise TÜSİAD’ın kitaplarından altı ay önce sessizce raflardaki yerini almıştır. Tam da Gramsci’nin hegemonya tezini doğrularcasına medyanın bu kitaptan hiç haberi olmamıştır. Haberdar edilenler de bunda  bir haber değeri bulmamışlardır.

Kitapta, Krueger ile birlikte sabaha kadar Turgut Özal’la konuşulup, Özal’ın nasıl serbest piyasa konusunda ikna edildiği,  sonra Özal’ın Dünya Bankası’na gitmesi, bu fikirlerinin orada büsbütün perçinlenmesi, Türkiye’ye dönüp 24 Ocak kararlarına imzasını atması, 24 Ocak kararlarında ne varsa beş aşağı beş yukarı TÜSİAD ilanlarının aynısının olduğu gibi birtakım anılar anlatılmış. Bu kitaplardan kısa bir süre önce piyasaya çıkan bir başka TÜSİAD kitabında da zaten 24 Ocak Kararlarının gerçek mimarının TÜSİAD, siyasi taşeronunun da Özal olduğu iddia edilmektedir. Şerefi bir türlü paylaşılamayan 24 Ocak Kararlarının mimarı olmak, 24 Ocak’ta neler olduğu incelendiğinde aslında hiç de övünülecek bir şey değildir.

24 Ocak, Türkiye’de tüm kurum ve kuralların piyasa mantığına göre yeniden inşa edildiği bir milattır. Kimi çevreler için çok yararlı olduğu için öve öve göklere çıkarılan bu dönüşümler, toplumun tamamı açısından bakıldığında çok hayırlı bir şey olmamıştır maalesef. Biz de bu vesileyle, TÜSİAD’ın tarihinde önemli bir yeri olan bu kararları ve bu kararlar çerçevesinde günümüze kadar süren toplumun yeniden inşasının, ne gibi sonuçlar doğurduğunu bir kez daha gözden geçirelim dedik.

24 Ocak 1980 bir çok yazarın da paylaştığı üzere, Türkiye için bir milat niteliğindeydi. 24 Ocak kararlarıyla, sadece ekonomide yeni bir dönem başlatılmıyor, Türkiye’nin Anayasası dahil tüm kurum ve kurallarını baştan ayağa değiştirecek bir sürecin önü açılıyordu. Günümüzde halen devam eden bu inşa süreciyle, sadece yeni bir ekonomik kalkınma modelinin sosyal ve siyasal yapılarını oluşturmanın çok ötesine geçilerek, ulus-devlete ait tüm yetkiler, devletin sadece ekonomi politikası araçları değil tüm siyasi araçları, içinde bürokrasinin diğer aktörlerle eşdeğer konumda olduğu piyasa güçlerinden oluşan bir tür konsorsiyuma devrediliyordu.

24 Ocak kararlarını, yeni bir dönemin başlangıcı olarak gördüğünü teyit eden TÜSİAD, kararlarların en güçlü savunucularından biri olarak bilinen Ali Koçman’ı o gece başkanlık görevine getirmiştir. Koçman verdiği demeçte: “1946'dan bu yana ilk kez gerçekten özel sektöre dayalı bir ekonomi politikası izlemek isteyen bir hükümetin, oyunun kurallarına uygun olarak düzenlediği bu önlemler paketi desteklenmelidir.” diyerek 24 Ocak kararlarının desteklenmesini talep etmişti. Toplumun diğer kesimleri ise TÜSİAD üyeleriyle aynı fikirde değildir. Cumhuriyet gazetesi ekonomi yazarı Ulagay kararları, TÜSİAD üyesi Özal’ın Demirel hükümetine aldırttığı kararlar olarak nitelemişti. Ulagay, bir rejim sorunu olarak değerlendirdiği paketin, TÜSİAD’ın savunduğu çıkış yolu senaryosuyla ve IMF’in klasik reçeteleriyle uyumlu olduğunu belirtmişti.

Ana muhalefet partisi lideri Ecevit ise, “bir Truva Atı biçiminde” Türkiye'ye getirildiğini iddia ettiği yeni ekonomik modelin, demokrasi yok edilmeden uygulanamayacağını sürekli tekrarlamıştı. Ecevit, düzenlediği basın toplantısında 24 Ocak kararları ile önerilen modeli, Güney Amerika Modeli olarak nitelendirmiş, “Şimdi izlenmekte olan ekonomik ve sosyal politikalar bir dikta rejimine oturmadan uygulanamaz. O nedenle hükümetin dikta rejimi oturtma çabası içinde olduğu kaygısını taşıyorum”, diye görüşlerini ifade etmişti.

24 Ocak’ta Ne Olmuştur?

24 Ocak kararlarıyla başlayan süreç bir strateji değişikliğini hedef alıyordu. Değişiklik, uluslar arası işbölümünde Türkiye’nin yeni konumuna uygun olarak ekonominin yeniden örgütlenmesini ve bu yeniden örgütlenmeyi destekleyecek sosyal ve siyasal yapıların oluşturulmasını içeriyordu. Yeni stratejinin amacı, eskinin dış rekabete karşı yoğun bir şekilde korunan, iç talebe dayalı ekonomisini dışa açmaktır. Eskinin ithal ikameci yapıları tasfiye edilerek, onların yerine ihracata dönük kalkınmaya uygun yeni yapılar inşa edilmiştir. Bunu yapmak için, uluslar arası işbölümünde Türkiye’nin yoğunlaşması öngörülen sektörler desteklenirken yeni modelin dışladığı sektörlerin daraltılması ya da tasfiyesi yoluna gidilmiştir. Özetle, dış rekabette zorlanabilecek küçük işletmeler ve dışa açılamayanlar temizlenmiştir. Böylece iflaslar ve tasfiyelerle bu alanlar boşaltılarak açıkta kalan kaynakların yeni birikim modeliyle uyuşan kesimlere akışı sağlanmıştır. Sürecin buraya kadar olan kısmı ekonominin yeniden örgütlenmesiyle ilgilidir.

İkinci olarak, örgütlenen yeni ekonomi modeline uygun sosyal ve siyasal yapıların dönüştürülmesi, yani yeni kurumların oluşturulması gerekmektedir. Sönmez’e göre, üretimin dış rakipler önünde tutunabilecek maliyete çekilebilmesi için ücretlerin ve tarım taban fiyatlarının geriletilmesi, sosyal hakların daraltılması, sendikaların işlevsizleştirilmesi, üretimin tümünün ihraç edilebilmesi için sürekli devalüasyonlarla alım gücünün düşürülerek iç talebin daraltılması gerekmektedir. Bu tedbirleri alabilecek olan kurum devlettir.

Bütün bu tedbirlerin devletin mevcut (devletçi) bürokrasine yaptırılması çok zordur, çünkü bunlar Keynesyen devletin amaçlarına aykırı tedbirlerdir. Bu nedenle ekonomik alandaki değişimlerin bir ayağını da yönetim yapısındaki değişimler oluşturmuştur. Bu doğrultuda, devlet ekonomik alandan uzaklaştırılmış, mevcut kamu işletmeleri özel sektöre devredilmiş, devletin iktisat politikası araçları parlamenter kontrolün dışında tutulan kurullara devredilmiş ve devletin sosyal hizmet alanını boşaltması, dış piyasalarla bütünleşmenin hızlanması için eski model sürecinde inşa edilen korumacı yapıların tasfiyesi yoluna gidilmiştir.

 1980’de başlayan yapısal reformlar, makro ekonomik politikalar ve bütün sosyal ekonomik yapıyı dönüştürmeye yönelik genel nitelikli reformlardır. Ekonomik ve mali liberalizasyon politikalarının hayata geçirildiği bu ilk dönem, IMF’in politika önerileri ve ilki Mart 1980’de imzalanan DB’nın beş SAL (strategic adjustment Loan) kredisinin düzenlemeleri eşliğinde gerçekleştirilmiştir. IMF ile 1998 ve 1999'da imzalanan anlaşmalarla kamu yönetiminin idari ve siyasi süreçlerinin dönüşümünü ve sektörel dönüşümleri hedefleyen ikinci kuşak yapısal reformlar başlatılmıştır. Bu dönemin reformları DB’nın sektörel uyarlama kredileri (SECAL) yönlendiriciliğinde yürütülmüştür Bu ikinci dönemin özelliği, fiili durum yaratılarak hayata geçirilen yeni-liberal politikaların kurumsallaştırılarak ilerletilmesi olmuştur.

DSP-MHP-ANAP hükümeti döneminde “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”, AKP hükümeti döneminde de “Acil Eylem Planı” başlığı altında sürdürülen yapısal reformlar, devletin düzenleyici rolüne odaklanmıştır. Bunun sonucu devletin piyasaları düzenlemeye yönelik görevlerinin klasik bakanlık hiyerarşisindeki örgütlenmelerden alınıp, özerk üst kurullara aktarılması olmuştur. Bu ikinci kuşak yapısal reformlarla devlet teşkilat yapısında gerçekleştirilen ciddi kırılmalar, devletin içinde bulunduğu borç krizi, enflasyon gibi ekonomik sorunların kalıcı çözümünün yapısal reformlardan geçtiği gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.

Devletin iktisat politikalarına müdahalede üç yöntem izlendiği görülmüştür. Birincisi devletin fiyat, miktar ve kalite üçlüsüne müdahale aracı olan düzenleme yapma yetkisi, ‘Prens’ sistemi olarak adlandırılan paralel bir bürokrasi yaratılarak elinden alınmış ve geleneksel devletçi bürokrasi işlevsiz kılınmıştır. Devletin iktisat politikası araçları ve kontrol kurumları ise daha sonra üst kurullar olarak meşrulaştırılacak olan bu paralel bürokrasiye bağlanarak siyasetten (halktan) koparılmıştır. İkincisi, devletin maliye politikası aracı olan konsolide bütçe, fon sistemiyle devre dışı bırakılmıştır. Üçüncüsü devletin doğrudan üretim yaparak, bölgeler arası dengesizlikleri giderme ve ücret mallarını ucuza temin ederek bölüşümde emek kesiminin dezavantajlarını azaltma gibi önemli işlevlerini ve bir çok iktisat politikasını yerine getirmede önemli araçlarından biri olan KİT ve benzeri kuruluşları özelleştirme ile elinden alınmıştır. Sosyal hizmet, sağlık ve eğitim, sosyal güvenlik gibi hizmet alanları, mülkiyetinin el değiştirmesi yerine, şimdilik aldatıcı uygulamalar ve sayısız düzenlemelerle kafa karışıklığı yaratılarak kademeli olarak metalaştırılmıştır. Sosyal hizmetlerle devletin bağı kademeli olarak koparılmaktadır.

Anılan çerçevede önerilen değişiklikler çok sayıda tedbir, yasal düzenleme ve kurumsal düzenlemeye konu olmuştur. 24 Ocak Kararlarının asıl hedefi olan devletin para ve maliye politikaları, IMF ve Dünya Bankası kredi koşullarıyla yeniden düzenlenerek devletten koparılmış, üst kurulların ve parlamenter denetimden kaçırılan yeni oluşturulmuş kurumların emrine verilmiştir. Bu kurullarla ve bu kurullara atanan yeni tip bürokratlarla adeta devlet içinde devlet oluşturulmuş, mevcut bürokrasi tüm karar ve yetkilerini devretmiş olduğu bu paralel bürokrasinin sıradan icracısı konumuna düşürülmüştür.

Fiyat kontrol komitesi kaldırılmıştır. Böylece  devletin çok çeşitli amaçlarını, en önemlisi de bölüşüm ve sosyal adaleti sağlayıcı amaçlarını gerçekleştirmede kullandığı en önemli araç devletin kontrolünden çıkmıştır. Merkez Bankası ulusal politikalardan uzaklaştırılmıştır. Maliye Bakanlığı bürokrasisinin kontrolünde önemli bir  müdahale aracı olan bütçe, fonlar yolu ile etkisiz kılınmıştır. Bürokraside ‘merkezileştirme ve kişiselleştirme’ ilkesi, bakanlıkların, KİT'nin, üniversitelerin, yerel yönetimlerin ve tüm kamu kurumlarının yönetim yapılarına yansıtılarak demokratik karar alma mekanizmasının işletildiği kurul ve komisyonlar işlevsizleştirilmiştir.

IMF, DB, AB kriterleri ve bir dizi uluslararası metinle takip edilen yeni liberal politikalar adım adım hayata geçirilmesinde, TÜSİAD, gerek raporları gerekse lobi çalışmalarıyla önemli bir aktör olarak öne çıkmıştır. Başlangıçta devletin iktisat politikası araçlarına odaklanan TÜSİAD söylemlerinin, giderek eğitimden sağlığa, sosyal güvenliğe ve yaşam tarzlarına uzandığı, dönüştürülmesini arzu ettiği her alanda araştırmalar yaptırdığı, raporlar yayınladığı, kamuoyunu yönlendirdiği görülmüştür. Burjuvazi, holdinglerin medya satın almalarıyla, yeni liberal politikaların meşrulaştırılması hamlesinde bir adım daha ileri giderek çok önemli bir gücü ele geçirmiştir. Özel televizyon kanalları ve holding gazeteciliği ile birlikte habercilik anlayışı tümüyle değişmiş, medyayı ele geçiren büyük burjuvazi Amerikan değerlerini ve dini yükselterek yeni bir kimlik inşasına girişmiştir. Yeni kimlik inşasında odağa “köşe dönmek” konulmuş, yeni rol modelleri olarak mankenler ve magazin starları öne sürülmüştür. Böylece para kazanmak için eğitime ihtiyaç duymayan yeni rol modellerinin ağzından eskinin “aydın ve eğitimli insan” rol modelini aşağılamak meşrulaştırılmıştır.

Reklamlar ve ithal dizilerle yeni yaşam biçimleri yerleştirilmesinde, mevcut karinelere bakılacak olursa, hayli yol kat edildiğini söyleyebiliriz. Eskiden eğitimli insan önünde saygıyla eğilen ülkemin insanları, ne acıdır ki artık az kültürlü-az eğitimli olmakla övünüyor. Her yeni öğretim yılı başında, öğrencilerime sormayı alışkanlık haline getirdiğim iki soru vardır, birincisi; “Sınıfta kimler gazete okuyor?”, ikincisi “En son ne okudunuz?”. 50-60 kişilik sınıflarda sadece birkaç el kalkar. Ne tür okumalar yapıldığı konusunda ya da “klasikleri niçin okumalıyız” gibi bir tartışma yapmak bile olanaksızdır. Bir öğrencim “klasikler ne?” diye sormuştu bir keresinde. Aldığım cevaplardan en iç acıtıcı olanı da, bir öğrencimin “hiç kitap okumam elhamdülillah” diyerek övünmesiydi. Daha da acıtıcı olanı, sınıfın geri kalanının bu cevaba kaygısızca gülüşmeleriydi. İnsan, üniversiteye gelmiş bir öğrencinin hiç kitap okumamasına mı yansın, bundan övünç payı çıkarmasına mı, yoksa tüm sınıfın bundan hiç rahatsızlık duymamasına mı yansın bilemiyor. Ürünlerine bakacak olursak, bu köklü kurumsal dönüşümlerden, eğitim sistemi de hayli nasiplenmiş görünmektedir.

Kaynak: Gölbaşı, Ş. (2008) TÜSİAD’ın Toplumu İnşa Girişimleri. İstanbul: Kültür Üniversitesi yayınları.

ContactspcBanaspcCreative Commons Licenseİçeriğimiz CC BY-NC
spcUlaşınspcLisansına tabidir

w3c HTML CSS Compatible

* * * Site kullanım şartlarını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz * * *