Ana Sayfa > Akademik > Bildiriler > İktidar Her Yerde

İktidar Her Yerde

Postmodern Yönetim Düzeni: İktidar Artık Her Yerde
(Postmodern Management Order: Sovereign Power is Now All Around)

Dr. Şükran Gölbaşı , Prof.Dr.Veli Urhan

(2011) Bilim, Felsefe ve Sanatta Postmodern Yaklaşımlar, (Ed. Arzu Yemişçi ve Berna Atak) September, 14-17, 2010 Foça, İzmir, Mantık, Matematik ve Felsefe 8. Ulusal Sempozyumu, İstanbul: İstanbul Kültür Üniversitesi

 Özet

Çok çeşitli alanlarda araştırmalar yapan Foucault’nun çalışmaları, genellikle üç döneme ayrılarak incelenmektedir. İncelediği dönemlerle ve inceleme alanı ve tarzı ile eşleştirilerek farklı paradigmalar içinde değerlendirilen Foucault, kendisini asla belirli bir yaklaşıma bağlı hissetmemiş, araştırmalarında tam da “grounded theory” denilen tarzı hayata geçirecek şekilde deneye-yanıla ilerlemiştir. O araştırmalarını yaparken, gösterilenlere değil hep üstü örtülenlere bakmış ve bunu yaparken bir teoriye yaslanmayı reddetmiştir. Çalışmalarındaki süreksizlikle eleştirilse de, aslında onun çalışmalarında sürekliliği sağlayan bir şey hep vardır ve o şey iktidar kavramıdır. Bakış açısındaki kararsızlıkla suçlanan Foucault, esasında dünyanın dört bir yanında hep ezilenlerin yanında mücadele ederek bakış açısındaki istikrarın başkalarının aradığı yerde değil eylemde olduğunu göstermiştir.

Foucault’a göre, iktidar teknolojilerinde olduğu gibi, tarihin farklı dönemlerinde bilgiyi belirleyen kurallarda da dönemleri birbirinden ayıran bazı kopuşlar ve süreksizlikler vardır ve bunların nedeni ekonomik iktidardaki değişim ve dönüşümlerdir. İktidarın ihtiyaçlarına göre düzenlenen bilgi, meşrulaştırıcı söylemiyle ve hakikat iddiası ile iktidarı besler. Bu çalışmanın amacı, Foucault’un bilgi-iktidar kavramlaştırması bağlamında yönetim-örgüt alanına bakmaktır. Farklı tarihi dönemlerde, dönem koşullarına uygun olarak yeniden düzenlenen iktidar teknolojilerinin aynı dönemlerde yönetim-örgüt alanı söylemine ve kavramlaştırmalarına yansımalarını incelemektir.

Anahtar Sözcükler: Postmodernizm, panoptikon, düzenleyici iktidar, disiplinci iktidar, elektronik gözetim

Postmodernizm teriminin düşünürler tarafından ne zamandan beri ve hangi kültür alanıyla ilgili olarak kullanılmaya başlandığı konusunda farklı görüşlerle karşılaşılmaktadır. Sözgelimi, Madan Sarup (1995:158) bu terimin ilk kez 1960’lı yıllarda New York’lu sanatçılar ve eleştirmenler arasında ortaya çıktığını ve 1970’li yıllarda da Avrupalı kuramcılar tarafından geliştirildiğini öne sürmektedir Bu konuda gündelik yaşam alanlarını ve sosyal bilimleri de içine alan ilk yapıt, Kanada hükümetinin Jean François Lyotard’a (1979) siparişi üzerine, yazarın 1979 yılında kaleme aldığı Postmodern Durum adlı eseridir. Lyotard bu eserinde büyük ölçüde bir durum saptaması yapmaya çalışmış ve içinde bulunulan moderne benzemeyen durumu ve bunun modernizmin büyük anlatılarına duyulan inançsızlıkdan kaynaklandığını belirtmiştir.

Genelde, postmodernizmin gelişmesinde Foucault, Derrida, Baudrillard, Jameson gibi Fransız düşünürlerine öncelik verilse de, onlara esin kaynağı olanlar özellikle Nietzsche ve Heidegger gibi Alman filozoflardır (Best ve Kellner, 1998: 39). Modernlik projesi, makro düzeyde insanlığa bir takım olumlu gelişmeler sağlarken, öte yandan insanın gerek kişiliği gerekse toplumsal yaşantısı bakımından bir çok sıkıntıyı ve sorunu beraberinde getirdiği öne sürülerek eleştirilmiştir. Bu çalışmada esasen amaçlanan, modernizmden postmodernizme geçiş süreci içerisinde ortaya çıkan iktidar türleri ve yönetim biçimleri üzerine bir çözümleme yapmaktır. Bu çözümlemede Foucault’nun görüş ve kavramlaştırmaları esas alınmıştır.

Foucault’nun sosyal bilimlere ve dolayısıyla yönetim-örgüt alanına yaptığı en önemli katkının, modern dönem boyunca oluşturulan kurumları ve onları meşrulaştıran söylemler olan disiplinleri farklı bir gözle görmemizi sağlaması olduğu söylenebilir. Foucault’un arkeolojik ve geneolojik incelemeleri, Modernizmle birlikte tarih sahnesinde boy gösteren bütün kurumların, insan davranışlarındaki çeşitliliği bir örnekleştirip onların üzerinde daha ileri düzeyde bir denetim kurmayı amaçladığını göstermektedir (Urhan, 2000). Bu nedenle, içinde bulunduğumuz “postmodern” olarak adlandırılan çağın mevcut kurum ve kurallarının işlevini Foucault’un kavramları ile okumanın, yönetim ve örgüt alanına eleştirel yaklaşanlar açısından özel önemi olduğu ileri sürülebilir.

Foucault’nun Düşün Dünyası

Farklı tarihi dönemlerde düşünce sistemlerindeki farklılaşmayı ve bunun ardındaki nedenleri inceleyen Foucault, incelediği dönemlerle eşleştirilerek kimilerince postyapısalcı, kimilerince postmodernist olarak nitelenmiştir. Modern kurumların ve insanbilimleri söyleminin neye hizmet ettiğini ve bilgi-iktidar arasındaki ilişkileri inceleyen Foucault’u anlamak, günümüz kurumlarını ve sosyal bilimleri anlamanın en elverişli yollarından biri olabilir.

Foucault’ya göre şimdiyi anlayabilmek için, geçmişi sürekli olarak yeni baştan ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Ona göre, geçmişin tarihini yazmak, onu yeniden başka bir ışık altında değerlendirmektir. Çünkü, o egemen görüşün yazdığı tarihi değil, yazılmayan tarihi incelemiştir. Konuşamayanların, konuşturulmayanların, mağlupların tarihine bakarak günümüzü anlamaya çalışmıştır. Bunu yaparken onlar hakkında (egemenler tarafından) yazılanlara bakmak yerine, gündelik hayatı oluşturan her türden belgeye bakmıştır.

Yorumcular, Foucault’nun düşün dünyasının üç ayrı döneme ayrılarak incelenebileceğini öne sürmektedirler (Cevizci, 2000):
• Arkeolojik yöntemle bilgi sistemlerini incelediği 1960’lı dönem
• Soy kütüğü yöntemiyle iktidar tiplerini incelediği 1970’li dönem
• Sorunsallaştırmalar olarak anılan benlik teknolojileri, etik ve özgürlük üzerinde odaklaşan 1980’li dönem

İlgileri ve konuları bakımından farklılık gösterse de her üç döneme ve Foucault’nun tüm eserlerine damgasını vuran egemen kavram, iktidar kavramıdır. Foucault bütün sorunsallaştırmalarını, iktidar meselesi temeline oturtmaktadır. Foucault, ilk dönem eserlerinde deliliğin, klinik tıbbın ve toplum bilimlerinin arkeolojilerini incelemiştir. Buradaki arkeoloji sözcüğü, köken aramaya değil arşive gönderme yapmaktadır. Foucault’nun bununla kastettiği, ifadeleri olaylar ve şeyler olarak kuran sistemlerdir. Yani arşiv, belli bir dönemde neyin bilgi sayılacağını koşullayan söylemler kümesi anlamında kullanılmaktadır (Foucault, 1999: 164-7). Foucault’nun arkeolojik dönemini oluşturan dört eserin (Deliliğin tarihi, Kliniğin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler, Bilginin Arkeolojisi) ortak noktası, söylemi bir bilim olarak kuran dışlama pratikleriyle ilgili olmasıdır.

Soykütüğü çalışmaları, iktidar ve bedene odaklanmıştır. Foucault, bu dönem çalışmalarında, iktidar teknolojileriyle toplum bilimlerinin ortaya çıkışını ilintilendirmiştir. Neden tarihin belli dönemlerinde, belli iktidar ve cezalandırma tiplerinin ortaya çıktığını sorunsallaştırmıştır. Monarşik iktidardan disiplinci, oradan düzenleyici (biyo-iktidar) iktidar uygulamalarına geçisin neden belli dönemlerde ortaya çıktığını incelemiştir.

Foucault, son dönem çalışmalarını sorunsallaştırmalar olarak adlandırmıştır. Sorunsallaştırmalar kavramını, bir şeyi doğru-yanlış oyununa sokan, bu şeyi düşünce nesnesi olarak kuran (bilimsel bilgi gibi) söylemsel olan ya da söylemsel olmayan pratikler bütününe işaret etmek üzere kullanmaktadır. Bu dönemde Foucault, cinsel davranışın neden durup dururken ahlaki kaygının nesnesi haline geldiğinden yola çıkarak insanın kendini nasıl kurduğu üzerinde durmuştur. Foucault buna özneleştirme (subjectivation) demektedir. (Flynn, 2005).

Foucault’nun İktidar Kavramlaştırması

Tarih boyunca iktidar adına, iktidarı elinde tutan kişilerin ve kurumların tarihi incelendiğini, Foucault kendi iktidar incelemelerinin diğerlerinden farklı, olarak iktidarın mekanizmaları ve işleyişini esas aldığını ifade etmiştir. O pek üzerinde durulmayan bilgi-iktidar ve iktidar-beden ilişkileri üzerine odaklanmayı seçmiştir. Modernist anlayışta güç, sahip olunacak ya da elde tutulacak eşya gibi düşünülmüş, belirli kişi, kurum ya da gruba ait olarak ya da bireysel, örgütsel ve grup amaçları için kullanılan bir şey olarak tanımlanmıştır. Bir yer ya da kaynağa sahip olduğu, merkezi ve tepeden aşağı uygulanan bir şey olduğu düşünülmüştür. Bu anlayışa göre gücün incelenmesi de, onun kaynağını bulmayı, elinde tutanın niyetini ve stratejilerini açıklamayı hedeflemiştir. Bu güç anlayışı, Foucault’nun anlayışının tam karşıtıdır. Foucault’da güç, bir kişi ya da kurumda yer almaz, o ilişkilerle ortaya çıkan ve kişi ve kurumlarda sabitlenemez bir şeydir. Foucault’un metodu, özneyi merkez olmaktan çıkarır, vurgu pratikler üzerindedir ve bu onun analizinin aşağıdan yukarı doğru yapılmasını gerektirir. Foucault’nun derdi, “nasıl” iledir; belli eylemler, belli düşünme biçimleri nasıl olup da tarihin belli bir döneminde doğal, kendiliğinden ve kaçınılmaz kabul edilmeye başlanmıştır (Townley, 1998:193).

Bedenden Ruha Yönelen İktidar Teknolojileri

Foucault, farklı dönemlerde farklı iktidar anlayışlarının hakim olmasının kapitalist gelişmeye paralel olduğunu ifade etmiştir. İktidar, değişen sistemin gerekleri doğrultusunda kendini sürekli değiştirmekte, geliştirmekte ve teknolojilerini yenilemektedir. Karşısındaki direnme odaklarının değişmesi, iktidarın da onlarla başa çıkacak yol ve yöntemlerini değiştirmesine neden olmaktadır (Akay, 2000). Klasik çağın zora dayalı bir iktidar biçiminden ahlaki ve terapötik bir iktidar biçimine doğru gerçekleşen bir değişimden söz edilmektedir (Baudrillard, 1998:54).

Klasik dönemde (17. ve 18. yüzyıl) iktidar, bedenler üzerinde edimde bulunurken, modern iktidar ise içkin olarak ruhlar üzerinde edimde bulunmuştur. Klasik iktidar negatiftir, zindanlar, işkenceler, zincirler ve ibret meselesidir (Baudrillard, 1998: 54). Klasik iktidar delilerin, suçluların, fakirlerin ve boşta gezerlerin söylemden ve yurttaşlıktan dışlanmaları yoluyla negatif olarak işletilmiştir (Küçük, 2000:147). Bu çağ, açık işkence dönemidir, ceza uygulama meşruiyeti hükümdara aittir. Foucault “Hapishanenin Doğuşu” kitabında, Batıda akıl almaz işkencelerin halk önünde seyirlik haline getirildiğine, cezanın kadir-i mutlak etkisi yaratmayı amaçlayan ibret yönüne dikkat çekmiştir. 18. yüzyıla gelindiğinde ise suç, artık hükümdara yönelik bir saldırı olarak değil, toplumsal sözleşmenin çiğnenmesi ve böylelikle bir bütün olarak toplumun tehlikeye sokulması olarak görülmeye başlanmıştır. Feodal dönemdekinden farklı olarak, kapitalist düzende herhangi bir isyan üretim düzenini altüst edebilirdi. Bu nedenle, bireylerin gözetim altında tutulması gerekliliği, klasik çağınkinden farklı iktidar tekniklerini gerektirmiştir (Merquior,1986: 115, 117, 127; Foucault, 2003). Kapitalizmin üretken bedenlere olan ihtiyacı, cezalandırmanın, insanı öldürmekten yaşatmaya kaymasına neden olmuştur.

Böylece suçluyu topluma kazandıracak yeni cezalandırma yöntemleri önerilerek, işkence ve öç alma, yerini biçimsel kurallara ve yönetmeliklere bırakmıştır. Ceza yönetiminin ilgi noktası, suçlunun bedeninden suçlunun zihnine kaymış, tutuklulara çarptırıldıkları cezanın mantığını kabul ettirecek kavramlar düzenlenmiştir (Merquior, 1986:115-118). Reformlarla, cezalandırma yeni kurallara bağlanmış, daha sofistike hale getirilerek keskinliği ve etkinliğini artırılmış, cezalandırma iktidarının yeni bir teknolojisini ve beraberinde ekonomisini ve yaratmıştır (Foucault, 1992:110).

Halkın gözü önünde fiziksel işkence kaldırılmış, fakat bir dehşet ve ibret görüntüsü olarak cezalandırmanın simgesi dev hapishanelerin sayısı artarak bütün Avrupa’yı kapsamıştır. Kapitalizm için tehlike arz edebilecek, işsizler, yoksullar, akıl hastalarının kapatılması için yeni kurumlar gerekmiştir, Foucault’a göre bu kurumlar işlevinin ötesinde kullanılmıştır (Merquior, 1986:115,121). Modern toplumlarda normalleştirilmeye tabi tutulan insanlar, eskiden yaptığı suç için ceza alırken, suç işleme potansiyeli nedeniyle ceza alabilir hale gelmişlerdir. Bu durum, zamanla genelleşerek ve normal-anormal ayrımının çeşitlenmesi nedeniyle, geçmişte suç olarak görülmeyen birçok eylemin de suç olarak görülmesine ve insanlara böyle belletilmesine yol açmıştır. Bu tür iktidar söylemlerin kontrolü üzerinden yapılmaya başlanmıştır.

On sekizinci yüzyıl sonu düşünürleri, Batı’ya insanlar üzerinde iktidar uygulamanın ve zihinler vasıtasıyla bedenlerin nasıl denetleneceğinin reçetesini sunmuştur. Aydınlanma, bir yandan insanoğlunu özgürleştirme ideali ile yola çıkarken, bir yandan da geleneksel toplumlarda olduğundan çok daha büyük bir toplumsal denetim düzeyi sağlayacak biçimde, yeni ahlaki terimleri tanımlamıştır. Bu dönemin ceza ve disiplin anlayışının hedefi, cezaları hafifletmek görüntüsü arkasında, daha iyi cezalandırmak, daha inceltilmiş tekniklere başvurmak, cezayı evrenselleştirmeye ve kaçınılmaz hale getirmeye çalışmak olmuştur (Merquior, 1986:118-19,121).

Panoptikon: Big Brother’ın Babası

Burjuvazi, yeni yasalar çıkarmanın hegemonyasını garanti altına almak için yeterli olmadığını fark ettiğinde iktidar etkilerinin tüm toplumsal gövdenin en ince gözeneklerine kadar sızmasını sağlayacak bir teknoloji icat etmesi gerektiğini anlamıştır. Jeremy Bentham bu yeni iktidar teknolojisinin kaşifidir. Bentham panoptikon keşfini, monarşik iktidarın maliyetli gözetimi karşısında “Colombus’un yumurtası” olarak nitelemiştir. Foucault’ya göre, Bentham’ın bulduğu, hapishaneler için bir mimari figürün ötesinde, gözetleme sorunlarını kökten çözmeye yönelik bir iktidar teknolojisidir (Foucault, 2003: 87, 95-6). Doktorların, ceza hukukçularının, sanayicilerin, eğitimcilerin iktidarlarını kolayca işletebilecekleri bir teknolojidir (Merquior, 1986:126).

Panoptikon, merkezinde bir denetleme mekanı, çevrede de hücreler bulunan yarım daire biçimli bir bina planıdır. Özgün planda tek tek hücrelerde kalan mahkumlar, gardiyanlar veya denetçiler tarafından her an gözlenebilmektedir, fakat dikkatle ayarlanmış bir aydınlatma sistemiyle içerdekilerin kendilerini gözleyenleri görebilmesi imkansızdır. Saklanacak, özel olan hiçbir yer yoktur. Ne zaman gözetlendiklerini bilemeyen mahpuslar her zaman izleniyorlarmış gibi davranmak zorunda kalırlar. Sürekli bir izlenmenin ağırlığını üzerinde hisseden herkes sonunda kendi kendini izlemeye başlar. Panoptik mimari, sürekli ve ekonomik bir iktidar uygulaması sağlıyordu. Toptan ve kesintisiz gözetime dayalı düzen yerleri yaratmak için ideal bir yapı bulunmuştu. Kimse bunun sadece hapishanelerde kullanılacağının garantisini veremezdi. Panaptikonun etkisi tutukluda, iktidarın otomatik işleyişini sağlıyor, gözetim kesintili olsa bile sonuçları itibariyle süreklilik sağlıyordu (Merquior, 1986:120).

Modern Toplum Kapatmacı Kurumlarıyla Bir Mahpus Toplumudur

Foucault’ya göre, modern toplumun diğer kurumlarının da işleyiş açısından hapishanelerden pek bir farkları yoktur. Benzer disipliner teknikler, okullarda, hastahanelerde, tımarhanelerde, kışlalarda da hayata geçirilmektedir. Bu modern kurumlar, aydınlanmış ve rasyonel bir çağın insani kurumlarından ziyade iktidarın yayılmasının etkili araçları olarak işlev görmektedir (Merquior, 1986: 126,131).

Burjuva toplumu evrensel bir düzgülülüğün egemenliği altında yaşamaktadır. Bu toplumun gözetim temsilcileri olan öğretmenler, doktorlar ve diğer toplumsal görevlilerin hepsi yargıç pozisyonundadırlar. Böyle bir toplumsal dünyanın, yoğun ve yaygın bir mahpusluk şebekesi oluşturduğu ifade edilmektedir. Mahpusluk sistemi, yasalardan disipline doğru mahpusluğun çok ötesine uzanmıştır (Merquior, 1986:128). Artık mahpus bir toplum doğmuştur.

18.yüzyılın iktisadi dönüşümleri, iktidar etkilerini , daha incelikli kanallarla bireylerin tüm gündelik edimlerinde dolaşıma sokmayı gerekli kılmıştır (Foucault, 2003: 91). Bu teknoloji ile iktidar, üzerinde iktidar uygulananlar kadar iktidarı işletenleri de kapsamına alan, yasal bir sahibi olmayan bir mekanizmaya dönüşmüştür (Foucault, 2003: 96). Bu, kuledekinin diğer gözetmenleri de gözetlediği bir düzendir. Herkes bulunduğu yere göre diğerlerinin tümü ya da bazıları tarafından gözetlenmektedir. Ustabaşılar ve öğretmenler de öğrenciler ve işçiler kadar denetlenmektedir (Foucault, 2003: 97-98).

Foucault, çağdaş insanın doğar doğmaz bir yönergeler tufanıyla karşılaştığını ifade etmektedir. Kılı kırk yaran kurallar, titiz yoklamalar, okul, kışla, hastane ve atölye koşulları çerçevesinde insan yaşamı ile bedeni en ufak ayrıntılarına kadar denetlenmektedir. (Merquior, 1986: 134). Böylece burjuvazi, siyasi bir devrimle yetinmeyip toplumsal bir hegemonya inşa etmiştir (Foucault, 2003: 96).

Düzenleyici İktidar: Normun Toplumsal Yayılımı

Günümüzün kapitalist sisteminin yeni bir evresi olan küreselleşme, bütün ulusal duvarları indirip yoksul ülkeleri zengin ülkeler karşısında korumasız bırakmış, sosyal devletin tasfiye edilerek sağlık, eğitim gibi hizmet alanlarının kapitalist sömürüye açılması, az gelişmiş ülkelerde yoksulluğun derinleşmesini beraberinde getirmiştir. Bu yeni sömürgeleştirme ve yoksullaştırma süreci, toplumsal kontrol politikalarının önemini artırmıştır. Yeni dönemin, insanı daha sıkı sarmalayan kuralları ve kurumları, küreselleşme retoriği ile tüm dünya toplumları çapında meşrulaştırılmış ve yaygınlaştırılmıştır. Küreselleşme, dünya üzerinde kapitalizmin ve ticari mantığın girmediği hiçbir alanın kalmaması demektir. Bu dönemin anahtar kavramı hızdır. Hızlı davranmak, daha önce girilmemiş alanları diğerlerinden önce fethetmek başarının faktörüdür. Bu durumda küresel çapta yayılmış üretim ilişkilerinin kontrolünün de iktidarın girmediği hiçbir yer kalmayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmiştir.

Foucault’nun bu dönem iktidar anlayışı için, “ Cinselliğin Tarihi” adlı eserine bakmak gerekir. Bu eserde, bireyselleştirme ile beden üzerine kurulan disiplinci iktidardan faklı olarak, insan türü üzerinde kurulan yığınlaştırıcı bir iktidardan (bio-iktidar) söz edilmektedir. Bu yeni iktidar tekniği, “düzenleyici iktidar” olarak adlandırılmaktadır. Bu türden iktidar anlayışında, insanlar üzerinde bir disiplin kurmaktan çok, belli şeyleri ayarlamak, düzenleştirmek söz konusudur. Norm, disiplinci ve düzenleştirici mekanizmalar arasında düzenleyici bir faktördür. Normalleştirme toplumu, disiplinin normuyla düzenlemenin normunun kesiştiği toplumdur (Foucault, 1993).

İktidar, bu dönemde elinde bulundurduğu iletişim araçları ve mekanizmaları ile insanları iktidar oyununa katmaya çalışmaktadır. Böylece onları sınıflandırabilmekte, tecrit edebilmekte, çeşitli iktidar tekniklerini üzerlerinde uygulayabilmektedir (Foucault, 1993:41). Düzenleyici iktidarın en önemli aracı medyadır. Televizyon programları, diziler, haberler, filmler, reklamlar, her biri belli yaşam biçimlerini olumlamakta, insanları iktidarın empoze ettiği yaşam/davranış biçimlerine yöneltmektedir. İnsanlar normal olmak, normal görünmek istediği için kendilerini (kendi kimliklerine yabancı) iktidarın normal tanımları içine hapsetmektedirler. İnsanların her gün maruz kaldıkları enformasyon bombardımanı vasıtasıyla iktidarın normal tanımı, sanki icad edilmiş değil de doğal, kaçınılmaz bir şeymiş gibi gösterilmektedir. İnsanlar ancak satın alarak kendi iktidarlarını kurarlarken, çoğunu okumadıkları yüzlerce sözleşmeye imza atmakta, böylece kendileri de satın aldıkları metalar gibi, tüm satın almalarını önceden kredilendiren bankalar tarafından satın alınmaktadırlar. İnsanların alışveriş sırasında toplanan çok özel bilgileri pazarlanmakta, kendilerini seçmedikleri bir meta iktidar döngüsünün içinde bulmaktadırlar.

İktidar ve Yönetim

Köleliğin ortadan kalkması ve kapitalizmin gelişimine paralel olarak, emeğin eski yöntemlerle çalıştırılmasını imkânsızlaştırmıştır. Özgürleşen kölelerin fabrikalarda işçi olarak düşük maliyetle yüksek verimle çalıştırılabilmeleri için, çeşitli yönetim teknikleri geliştirilmiştir (Dolgun, 2008, s. 95-97).

Foucault’un yukarıda bahsedilen çalışmaları, disiplin ve ceza uygulamalarını meşrulaştıran söylemlerin, dönemden döneme meşruiyetini farklı kişi ve kurumlardan aldığını göstermektedir. Modern dönemle birlikte söylemin, meşruiyetini hakikat iddiasından ve bilimden almaya başladığı görülmektedir. İşte yönetimle ilgili prensipler ve kuramların geliştirilmesi de yine aynı döneme rastlamaktadır.

Yönetim alanında işyerinde ilk gözetim çalışmaları sayılan Taylor’un çalışmaları, işyerindeki karmaşıklığa bir takım prensipler koyarak düzen getirmek istemiştir (McKinlay ve Starkey, 1998:9). İşin zamanlanması, işçilerin en uygun şekilde çalışma alanına yerleştirilmesi, çalışma sırasında işçilerin sürekli olarak sınanmaları ve gözlenmeleri gibi yöntemlerle çalışanların belirli kriterlere göre gözetim altına alınmasıyla işyerlerinde verimlilik ve etkinliğin artırılması hedeflenmiştir. Taylor’un atölye işçileri için gerçekleştirdiği gözetim tekniklerine karşılık, Henri Fayol yönetim ilkelerini belirleyen çalışmasıyla gözetimi yönetici sınıfı da dâhil edecek şekilde genişletmiştir. Weber ise, her türlü bireysel inisiyatifi yok eden ayrıntılı kurallar ve prosedürlerden oluşan bürokrasi ilkelerini oluşturmuştur. Bürokratik kurallar vasıtasıyla, gözetimin en küçük birimlere kadar yayılmasının temellerini atan Weber, geriye dönüp baktığında kendi icadını, kendisi bile insanların içine hapsedildiği “demir kafes” olarak nitelemiştir.Taylor’un işyerinde verimliliği arttırmaya çalışırken, bunu normlar ve standartlar yaratarak yaptığı, alanı tanımlayarak, sınıflandırarak, ölçerek bilinebilir ve yönetilebilir kıldığı bu anlamda bakıldığında disiplinci güç içinde değerlendirilebileceği tartışılmaktadır. Aynı şey bürokratik kontrol için de öne sürülmektedir. Örneğin her bir görevin tanımlanması, kurallar konması, personel seçme ve yükseltme için objektif kriterler konması, becerilerin ve yeteneklerin tanımlanması, hepsi gücün keyfi kullanılmasını önleyen tedbirlerdi. Düzen sağlamaya yönelik, yönetilecek alanı sınıflandırarak ölçerek bilinebilir ve yönetilebilir kılan disipline edici teknikler olarak değerlendirilmektedir (Townley, 1998:195-96).

Modern örgütler, rasyonel olarak karakterize edilirler. Weber’e göre rasyonel yönetim, bilgi ve disiplinin bileşimidir. Her şey doğru kararlar alabilmeyi mümkün kılmak içindir.Tüm yönetimsel işler, maaşlı memurlardan oluşan bir hiyerarşi tarafından işlenen yazılı dokümanlara ve gayri şahsi kurallara dayanır, kuralların adil, tarafsız ve rasyonel olduğu varsayılır. Bu yolla güya verimlilik arttırılırken bir yandan da sosyal denetim sağlanır (Lyon, 1994: 25-26)

Taylorist ilkelerin hayata geçirildiği fabrika üretim biçimi Fordizm olarak adlandırılmaktadır. Fordizmin standart ve seri üretime dayalı ekonomik örgütlenmesi, aile, boş zaman ve gündelik yaşamın her alanının kapitalist toplumsal ilişkiler çerçevesinde düzenlenmesine neden olmuştur. Kitle üretimi ile birlikte, tüketim bir yaşam biçimi olarak belirmiştir (Lyon, 1994:123-126).

Modern örgütlerde hayata geçirilen disipliner iktidar, bireyin beden ve ruhunun ta içine işleyen, bireyin hayat ve zamanını kapitalist işgücüne dönüştüren bir güç olarak ayrıntılı program ve tarifeler, alıştırmalar ve talim, sınavlar, rapor tutma, normal olmayanların ayrılması gibi çok çeşitli teknikler üzerinden işlemektedir Atölyeler, okullar ve orduda normalden ayrılan davranışlar karşısında, yoksun bırakmadan aşağılamaya kadar uzanan bir dizi incelikli cezalandırma yöntemine başvurulmaktadır. Davranışlar, zamanın kullanımı, etkinlikler, bedensel ve cinsel açıdan değerlendirilmekte, istenmeyen davranışlar yönetime karşı suç kapsamında tanımlanmaktadır Normalleştirici yargılamanın yarattığı ahlaki baskı ile, üretim ve savaşın tüm manevralarına katlanabilen, itatkar, çalışkan ve bilinçten yoksun uysal insan (homo docilis) yaratılmak istenmiştir (Merquior, 1986:124).

Fordizmi nasıl modern toplumun bir işyeri düzeni olarak niteliyorsak post-fordizm de bir üretim düzeninin ötesinde postmodern toplum düzeninden ayrı düşünülemez (Lyon, 1994:123-126). Fordizmdeki fabrika düzeni, standartlaşmış ürünler, montaj hattı, kitlesel üretim, teknik gözetimin yerini, post-fordizmde işin coğrafi alana saçınıklığı, çalışma saatleri ve örgütlenme yapılarının esnekleşmesi ve elektronik gözetim almıştır. Lyon’a göre (1994:129-130), 1990’larla birlikte işyerlerindeki elektronik araçların devreye girmesiyle, gözetimin sınırları genişleyerek daha yaygın ve yoğun hale gelmiştir. Elektronik teknolojilerin uzak alanları birbirine bağlama kapasitesi, işin yapıldığı yerin önemini ortadan kaldırmıştır, evlerinden çalışanlar ve ülke dışında çalışanlar dahi kolayca izlenebilir hale gelmiştir. Böylece yeni teknolojilerin gözetim amacıyla kullanımı, yöneticilere, şirketlerinde her an neler olup bittiğini daha açık ve eksiksiz görmelerini sağlayan panoptik gözetim imkanı sağlamıştır (Lyon, 1994:131).

Modern öncesi dönemde işçilerin fiziksel gözetiminin yerini, modern toplumda teknik gözetim, postmodern toplumda ise elektronik ve normatif gözetim almıştır. Postmodern toplum düzeninde, gücün yeni işleyiş tarzı ve mekanizmalarını kavrayabilmek için “governmentality” kavramını iyi anlamak gerekir. Foucault’ya göre (2000) governmentality, yönetilecek alanın önceden belli bir biçimde bilinebilir olmasının sağlanmasıdır. Alanı görünür kılan, onun hakkında düşünme ve algılama tarzımızdır ve bu görünürlük sayesinde bir alan müdahaleye açık hale gelir (Townley, 1998:193) Küresel dönemde gücün analizi, nasıl ve hangi etkilerle alanın belli kavramlar vasıtasıyla formülleştirilerek yönetilebilir kılındığına odaklanır. Yeni yönetim teknikleri, otoriteyi içselleştiren söylemleri ile fiziksel gözetimden kültürel, normatif bir gözetime yöneliş göstermiştir. Örneğin Drucker’ın “amaçlara göre yönetim” yaklaşımı, personelin örgüt amaçlarına göre kendisini ayarlamasını, kendi kendini denetlemesini hedeflemektedir (McKinlay ve Starkey, 1998:9).

Aydınlanma sürecinde monarşik gücün tümüyle ortadan kalkmadığı, eskinin mekanistik örgütlerinde monarşik gücün sürmesine karşılık yeni organik orgütlerde daha çok disiplinci tekniklerin yükseldiği tartışılmaktadır. Personel seçme ve değerlendirme teknikleri, monarşikten çok disiplinci güç tekniklerine örnektir. Deetz (1992’den akt. McKinlay ve Starkey, 1998:10-11), bilgi yoğun işletmelerde, bürokratik ve doğrudan kontrol yerine, kültürel ve normatif kontrolün kullanıldığını ifade etmektedir. Deetz, normatif kontrolün ancak günlük örgüt yaşamının söylemine ve pratiklerine yansıdığında sürdürülebilir olduğunu belirtmektedir. Normatif kontrol, kıyafet kodları, iş arkadaşları ve müşteriler tarafından kabul edilebilir davranışlar gibi işyerlerinde dile getirilmeyen kodlara sızmaktadır.

Özellikle sanayi devrimi sonrası toplumlarda, bilimsel doğrunun önemli olduğu toplumlarda, normal ve anormal kategorilerinin insanların kafasına, kendi kendilerinin polisi olacak biçimde sokulması stratejileri uygulanmaktadır. Bu düşünceler dönemsel ve tarihsel olarak değişmekte ve genişlemektedir. Buna bağlı olarak, yasalar kurallar da değişmektedir.

Bir bireyin diğer bir birey üzerindeki kontrol mekanizmalarından gözetim, disiplinci iktidarın bir koludur. Eski otorite formları halen mevcut; baskıcı çalışma koşulları, otorite ilişkileri, zorlama süreçleri, egemen ideolojiler, çalışma kuralları ve çeşitli manipülasyon ve baskı teknikleri devam ediyor ve bunların meşruiyetini sürdürecek kavramlara da sahibiz. Fakat yeni endüstriler, yeni ve daha sofistike otorite formlarını ortaya çıkarmıştır. Örgüt araştırmacılarının, güç konusunu incelerken Foucault’dan büyük ölçüde esinlendikleri görülmektedir. Yeni bilgi temelli örgütleri anlamada Foucault’un “disiplinci güç” ve “sosyal kontrol teknolojileri” kavramları önemlidir (Deetz, 1998:151-52). Disiplinin en çok görenekleşmiş işlemlerinden biri olarak sınavlar, ve yoklamalarla insanların yaşamlarının her anı kaydedilmektedir. Foucault’a göre toplumsal bilimler, insanı bilinebilir kılarak, yönetme ve gözetlemenin zemini hazırlamaktadır (Merquior, 1986:124).

İş Ortamında Elektronik Gözetim: Kaçacak Hiçbir Delik Yok

İşletme yönetimi açısından, iletişim ve bilgisayar teknolojileri işyerlerinde gözetimle ilgili radikal bir dönüşüme neden olmuştur. Tarihin hiç bir döneminde çalışanların bu kadar yoğun gözetime maruz kalmadığı belirtilmektedir. Yeni iletişim teknolojileri, gözetimin oranını arttırdığı gibi, gözetim alanını da genişletmiştir (Sewell, 1998:397, Yılmaz, 2005). Günümüzde gözetim teknolojileri, çalışanları ne kadar görünebilir yapmaktaysa, gözetimi yapan otoriteyi de o kadar görünmez kılmaktadır. Bu teknolojiler, ayrıntılı ve sürekli kayıt üretebilmekte, verilerin analizini kendisi gerçekleştirmekle (Vorvoreanu ve Botan, 2000:5-6) iş ortamının sürekli kontrol altında tutulabilmesi imkanı sağlamaktadır.

Çalışanların mahremiyetini ihlal edebilecek uygulamalar; izleme ve gözetim altında tutmadan, fiziksel ve psikolojik testlere tabi tutma, varlığını araştırma, hakkında bilgi toplama, bu bilgileri kullanma ve ifşa etmeye kadar uzanan çeşitli pratikleri kapsamaktadır. Bu gözetimlerin çoğu zaman gizli yapılmakta ve çalışanların özel yaşam alanları ihlal edilmektedir (Johnston ve Cheng, 2002).

İşletmelerde elektronik gözetimin en fazla uygulandığı alanlar; basılan tuşların sayımı, telefonların dinlenmesi, yapılan telefon görüşmelerinin süreleri, görüşmenin yapıldığı saat, nerenin arandığı, görüşmenin maliyetinin belirlenmesi, e-postaların okunması, video kameraların kullanımı, akıllı kartlarla giriş ve çıkışların kontrolü, ürünlerin taranması suretiyle, çalışan birey tarafından ne kadar satışın yapıldığı ve bunun ne kadar hızlı gerçekleştiği tespit edilmektedir (Bryant, 1995; Yılmaz, 2005).

İşyerlerinde elektronik gözetimin sıklıkla başvurulduğu bir başka alan, çalışanların performansının elektronik olarak izlemesidir. Elektronik performans izleme, bilgisayarlara bağlı sistemlerle çalışanların işleri nasıl yaptıklarına ilişkin bilgilerin otomatik olarak toplanması esasına dayanmaktadır (George, 1996). Yeni performans izleme sistemleri, uzaktan gözetim imkanı sağlamakla, mekana ve zamana bağlı geleneksel çalışma şekillerinin dönüşmesine (Stanton ve Julian, 2002) ve çalışanın yaptığı iş üzerinde denetimini yitirmesine ve işçi-işveren arasındaki güç dengesinin işveren lehine değişmesine (Moorman ve Wells, 2003) neden olmuştur.

İşyerlerinde George Orwel’in Big Brother’ını çağrıştıran elektronik gözetim uygulamalarının, çalışanlardan gizli yapılması ve mahrem alanları denetlemesiyle tartışmalara yol açmaktadır, yeni denetim iyi ve kötünün ötesinde tehlikeli bir hal aldığına dikkat çekilmektedir (Johnston ve Cheng, 2002). İşletmelerdeki elektronik gözetimin görünmez olması, otomatik işlemesi gibi bazı özellikleriyle panoptik karakter taşıdığı, Taylorizm’in dijital olarak uygulama örneği oluşturduğu belirtilmektedir (Lyon, 1994:69). İşletmelerdeki elektronik perfromans izleme sistemlerinde her bir çalışan Bentham’ın Panoptikon tasarımındaki hücrelerde ikamet ediyormuşçasına birbirlerinden elektronik olarak ayrılmıştır. Bunun eski yönetim düzeninde fiziksel duvarlarla birbirinden ayrılmış mekanlarda çalışan personele uygulanan gözetimden çok daha etkili olduğu ifade edilmektedir (Botan, 1996).

En Yeni ve En Karlı İşletmeler Olarak Mahpushaneler

1980’li yıllarda iktidar teknolojileri, bir yandan tekniklerini inceltirken bir yandan da ekonomikleşmiştir. Postmodern dönemin yığınlaştıran iktidar teknolojileri, bu kez uysallaştırdıkları yığınlardan ekonomik yarar elde edecek şekilde cezalandırma sistemini değiştirmişlerdir (Özdek, 2000). Foucault’nun (1992) “Hapishanenin Doğuşu” kitabında, köleliğin son bulmasıyla ceza sisteminin nasıl reforme edildiği anlatılır. Kitapta, 19. yüzyılda devletin mahkumları sermayedarlara kiraladığı ve hapishaneleri özel sermayenin işletmesine dayanan "kiralık hapishane" sistemini hayata geçirdiği ve çeşitli bahanelerle içeri atılan insanların kötü koşullarda 17 saate varan sürelerle çalıştırılmasının neden olduğu insan kıyımı ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.19. yüzyılda hapishane yönetimleri ile sermayedarlar arasında yapılan sözleşmelerle hapishanedeki mahkumların emeği özel sektöre kiralanıyordu. Bu durum, özgür bırakılan kölelerin basit hırsızlık suçları gibi çeşitli bahanelerle tekrar içeri alınmalarına, köleliğin biçim değiştirerek sürmesine neden olmuştu. Küreselleşme ile birlikte işte bu "kiralık hapishane" modeli de geri getirilmeye çalışılmaktadır, pilot uygulamaları bazı ülkelerde başlatılmıştır (Özdek, 2000).

Küreselleşme ile birlikte, eskiden devletin kontrol alanında olan bütün kurumlar, kapitalizme açılarak yeni pazarlar, yeni kar alanları yaratılmıştır. Yeni karlı pazar alanları yaratmanın şimdilik son durağının hapishaneler olduğu görülmektedir. Küreselleşmenin “metalaşmamış, girilmemiş tek bir alan kalmasın” mottosu, yeni liberal dönemin ceza reformu retoriğiyle hapishaneleri de kapitalizmin sömürü alanına sokmuştur. Özdek’in araştırması, yeni ceza politikalarının, sendikasızlaştırılmış-yoksullaştırılmış işçi sınıfına yedek işçi ordusu yaratmayı hedeflediğini göstermektedir. En ucuz ve en iyi disipline edilmiş emek gücü olarak mahkum emeğinin kullanılmasına yönelinmiştir. Aşağıdaki ilan ABD'de Oregon hapishanesi yönetimin verdiği bir ilandır:

"Oregon hapishanesi, kamu-özel ortaklığı arıyor. Sağladıklarımız: Arazi, binalar, minimum güvenlikli mahkum emeği ve güvenlik memurları, enerji ve istikrar. Yararlanacaklarınız: Mahkumlar, her gün temizliği, bakım işlerini yaparlar ve çalışırlar. Paranızı kazanırsınız. İşçi tazminatı, sigortası, hastalıkta iş bırakma ve diğer maliyetler yoktur." (Pens, 1998).

İçindeki mahkumlarla birlikte hapishane satışa çıkarılmış, uygun iş ortağı aranmaktadır. Özdek’in incelemesi (2000) günümüzün ceza reform programının, ABD tarafından yapılandırıldığını, diğer küresel politikalar gibi ilk olarak ABD'de uygulamaya girdiğini ve geliştirilen ve denenen uygulamaların hızla diğer ülkelere yayıldığını göstermektedir. Ceza reformunun öncüsü ülkeler ise, 1990'lı yıllarda hapishanelerin işletilmesini de özel sektöre devrederek "özel hapishane" sistemine geçmeye başlamışlardır. 1980'li yıllardan itibaren türeyen bir dizi çokuluslu "cezalandırma şirketi", dünyadaki özel hapishanelerin başlıca işleticileridir.

Bugün ABD'nin önde gelen pek çok şirketi, ürünlerini ABD hapishanelerinde üretmektedir. Bu şirketlerin arasında, Microsoft, IBM, Boeing, Motorola, Texas Instruments, Nike, Lee Jeans gibi dünya çapında tanınmış bir dizi şirket de bulunmaktadır. Pek çok işletmenin üretimin daha ucuz maliyetli olduğu hapishanelere taşınması, dışarıdaki işsiz kitlesini genişletmektedir. Bu şirketler, devletlerle imzaladıkları 25-30 yıllık sözleşmelerle yeni yeni hapishaneler kurmaktadır. Yeni ceza politikalarının yarattığı en önemli toplumsal sonuç, daha çok insanın hapishanelere gönderilmesi, ceza sürelerinin uzatılmasıdır, dolayısıyla uygulamaya başlanan ülkelerde mahkum ve hapishane sayılarının hızla arttığı rapor edilmektedir. Bugün dünya tarihindeki en yüksek hapsetme oranı ve mahpus sayısının, ceza reformunun lideri ABD'de olması düşündürücüdür. Bu yeni reformcuların istediği bir şeydir, çünkü daha çok mahpus, daha fazla köleleştirilmiş işgücü demektir Hapishane-işletmelerin istihdam ihtiyacına göre suç ve suçlu yaratıldığı anlaşılmaktadır.

Özelleştirmelerle mahkumlar da özel şirketlere devredilmekte, onlar da özelleştirilmektedir. Özel hapishane/işletmeler düzeniyle, kölelikten de ucuz ve etkin bir emek sömürü sistemi kurulmuştur. Bir yandan çokuluslu cezalandırma şirketleri dünyadaki en büyük şirketler arasına katılırken, diğer yandan mantar gibi çoğalan yeni hapishanelerin inşaatı, mimari dizaynı, hapishanelerin yiyecek, sağlık, güvenlik, nakliye gibi hizmetleri yeni endüstriler doğurmaktadır. Hapishane endüstrisi, inşaat, mimarlık, sağlık, yemek, nakliye, telefon, güvenlik teknolojisi gibi alanlardaki yan sektörleri de beslemektedir. Yatırım bankaları, güvenlik şirketleri ve hizmet şirketleri de bu endüstrinin içindedir. Mahpuslar, emeklerinin yanı sıra tüketici olarak da sömürülmekte, temel ihtiyaçlarını dışarıdakilere göre yaklaşık 6 katı daha pahalıya karşılayabilmektedir (Özdek,2000).

Cezalandırma artık bir endüstridir. Hem de en kârlısı. "daha çok mahkum" ve "daha çok hapishane", daha ekonomik üretim ve daha fazla kar anlamına gelmektedir. Cezalandırmanın özelleştirilmesi, özel hapishaneler ve özel sektöre cezalandırma yetkisinin tanınması hemen hemen her ülkenin gündemindedir. Cezadan kâr sağlamayı amaçlayan çok tehlikeli sürece girilmiştir.

Sonuç

Çeşitli araştırma bulguları, Foucault’nun Bentham’ın icadı Panoptikon karşısında dile getirdiği kaygıların, günümüzde tümüyle gerçeğe dönüştüğünü göstermektedir. Foucault’nun hapishane dışındaki kurumlarda da panoptikon tarzı örgütlenmenin modelleneceği yönündeki öngörüleri tümüyle haklı çıkmıştır ve çok çeşitli kurumlarda hayata geçirildiği anlaşılmaktadır.

İşyerlerinin yeni iktidar modellerinin en uç uygulama örneklerini hayata geçirdiği bilinmektedir. Personelin işyerine ve işyerinin tüm birimlerine giriş ve çıkışları elektronik olarak izlenmekte, kayıt altına alınmakta, kayıtlar doğrudan iş sahiplerine gitmektedir. Pek çok birime giriş, araç ve gereçleri kullanmak kişiye özelleştirilmiş şifrelerle yapılmaktadır. Elektronik izlemede personelin işyeri tuvaletini kullanma sıklığına varıncaya dek her şeyin monitörlerle izlenmesi, panoptikon mantığının birebir hayata geçirildiğini göstermektedir. Bu durumda, klasik dönemin şiddet/baskı araçlarının yerini, modern toplumlarda gözetmenler ile yöneticilerin uyguladığı yönetim tekniklerinin aldığı anlaşılmaktadır. Verimlilik ve etkililiği arttırma iddiası ile ortaya çıkan yönetim kuramlarının, esasında işyerlerinde ceza ve disiplini meşrulaştırıcı bir işlev üstlendiğini anlıyoruz.

Foucault’un kavramlaştırdığı disiplinci iktidar modernist dönemin bütün kurumlarında hakim kılınırken, düzenleyici iktidar ise içinde bulunduğumuz postmodern özellikler arz eden toplumun iktidar teknolojisi olarak hayata geçirilmiştir. Bu dönemin yönetim kuramlarının ise düzenleyici iktidarın nasıl kurulacağına ilişkin reçeteler sundukları görülmektedir. Postmodern dönemin yönetim kuram ve tekniklerinin tümü, yaşamın her anına işleyen panoptik tarz bir iktidar ve gözetimin nasıl kurulacağını gösteren reçeteler olarak okunabilir. Bu kuramlarda, iktidarın nasıl kurulacağı ve işletileceğine ilişkin öngördükleri mekanizmalar düzenleyici iktidarın özelliklerini taşımaktadır.

Artık bu teknolojilerin iyi mi kötü mü olduğu tartışmalarının çok ötesine geçilmiştir. Yaşamımızın her anının bu kadar sıkı denetlenmesinin, çok tehlikeli bir hal aldığı belirtilmektedir. Sürekli denetlenen insanlar evlerinde, işyerlerinde hatta en mahrem anlarında bile kendileri olamamakta, mahremiyetlerinin kaybolmasının verdiği gerilim ve sağlık sorunlarıyla yüzyüze yaşamaktadır. Adalet sistemi, evlilikler, çalışma hayatı, ilişkiler, çocuklar sürekli gözetlenmenin şantajı altındadır.

Kaynakça

1. Akay, A., (2000) Michel Foucault’da İktidar ve Direnme Odakları. 2.Basım İstanbul: Bağlam Yayınları

2. Baudrıllard, J., (1998) Foucault’yu Unutmak. (Çev.Oğuz Adanır) 1. Basım. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları

3. Best, S. ve Kellner, D., (1998). Postmodern Teori (çev.Mehmet Küçük), İstanbul: Ayrıntı Yayınları

4. Bryant, S., (1995). “Electronic Surveillance in The Workplace”, Canadian Journal of Communication, 20(4), 505-521.

5. Botan, C., (1996). “Communication Work and Electronic Surveillance: A Model for Predicting Panoptic Effects”. Communication Monographs, 63(4), 293-313.

6. Cevizci, A., (2000). Felsefe Sözlüğü. 2.Basım İstanbul : Paradigma Yayınları

7. Deetz, Stanley (1998) “Discursive Formations: Strategized Subordination and Self-surveillance” (151-172) Edit. McKinlay, A. ve Starkey, K. Foucault, Management and Organization Theory içinde. London: Sage

8. Dolgun,U., (2008). Şeffaf Hapishane Yahut Gözetim Toplumu: Küreselleşen Dünyada Gözetim, Toplumsal Denetim ve İktidar İlişkileri. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

9. Flynn, T. (2005) “Foucault’s Mapping Of History” (29-48). Gary Gutting (ed.), The Cambridge Companion to Foucault içinde 2. baskı, (çev: Özgür Sert) Cambridge: Cambridge University Press,

10. Foucault, M., (2000). “Yönetimsellik” (çev. Osman Akınhay, Ferda Keskin). Seçme Yazılar I, içinde İstanbul: Ayrıntı Yayınları

11. Foucault M., (1992). Hapishanenin Doğuşu (çev.M.Ali Kılıçbay). Ankara: İmge Yayınları

12. Foucault, M., (1993). Cinselliğin Tarihi, 2. baskı. İstanbul: Afa Yayınları

13. Foucault, M., (1999) Bilginin Arkeolojisi. (Çev. Veli Urhan) İstanbul: Birey Yayınları

14. Foucault, M., (2003) İktidarın Gözü: Seçme yazılar 4 İstanbul: Ayrıntı Yayınları

15. George, J.F. (1996). “Computer-Based Monitoring: Common Perceptions and Emprical Results”, MIS Quarterly, 20(4).

16. Johnston, A. and Cheng, M., (2002). “Electronic Surveillance in the Workplace: Concerns for Employees and Challenges for Privacy Advocates” Paper delivered 28 November 2002 International Conference on Personal Data Protection Hosted by Personal Information Dispute Mediation Committee, Korea Information Security Agency. Seoul, Korea

17. Küçük, M., (2000). Modernite Versus Post-Modernite 3.Basım. Vadi Yay.

18. Lyotard, J.F., (1979). La Condition Postmodern, Paris : Les Editions De Minuit

19. Lyon, D., (1994). “From Big Brother to Electronic Panopticon”, The Electronic Eye: The Rise of Surveillance Society, Minneapolis: University of Minnesota Press.

20. Merquior, J.G., (1986) Foucault. 1.Basım (çev.Nurettin Elhüseyni) İstanbul: Afa Yayınları.

21. McKinlay, A. ve Starkey, K., (1998). “Managing Foucault: Foucault, Management and Organization Theory” (1-13) Edit. McKinlay, A. ve Starkey, K. Foucault, Management and Organization Theory içinde. London: Sage

22. Moorman, R. H. ve Wells, D.L., (2003). “Can Electronic Performance Monitoring Be Fair? Exploring Relationships Among Monitoring Characteristics, Perceived Fairness, and Job Performance”, Journal of Leadership and Organizational Studies, 10(2).

23. Özdek, Y. (2000). “Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler” bildiri, 8-9 Aralık 2000 tarihlerinde düzenlenen Mahpus Hakları ve Cezalandırma Sistemleri Sempozyumu’nda sunulmuştur. İstabul: İstanbul Barosu

24. Pens, D., (1998). “Oregon Prison Slaveocracy”, (www.corpwatch.org/trac/feature/prisons/orslaveocracy.html), (3 Eylül 2010).

25. Sarup, M., (1995). Postyapısalcılık ve Postmodernizm (çev.A.Baki Güçlü). Ankara : Ark Yayınevi.

26. Stanton, J.M. ve Julian, A.L., (2002). “The Impact of Monitoring on Quality and Quantity of Performance”. Computers in Human Behavior, 18.

27. Sewell, G.(1998). “The Discipline of Teams: The Control of Team-Based Industrial Work Through Electronic and Peer Surveillance”, Administrative Science Quarterly, 43(2), 406-469.

28. Townley, B., (1998). Beyond Good and Evil Managing Foucault. (s.191-210) Edit. McKinlay, A. ve Starkey, K. Foucault, Management and Organization Theory içinde. London: Sage

29. Urhan, Veli (2000). “Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme”. İstanbul: Paradigma Yayınları

30. Vorvoreanu, M. ve Botan, C.H., (June 2000). “What Are You Really Saying To Me? Electronic Surveillance in the Workplace”, Paper Presented to the Conference of the International Communication Association Acapulco, Mexico.

31. Yılmaz, G. (2005) “Elektronik Performans İzleme Sistemlerinin Çalışanlar ve İşletmeler üzerindeki etkileri”. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 4 (7) Bahar 1, 1-19

 

 

ContactspcBanaspcCreative Commons Licenseİçeriğimiz CC BY-NC
spcUlaşınspcLisansına tabidir

w3c HTML CSS Compatible

* * * Site kullanım şartlarını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz * * *