Kahraman Gibi

 

Şükran Gölbaşı (Cömert) 

Telefon çaldığında sanki bekliyormuşcasına telaşsız kalktı yataktan. Ahizeyi kaldırdığında yastığın yanına düşen sayfaları karışmış kitaptan anladı uyuyakalmış olduğunu, hoş bu onun rutiniydi yıllardır. Bazen ışıklar açık uyuyakalıyor, o çok zor gelen uykusunu kaçırmamak için ışığı söndürmeye kalkmıyordu. Aslında bu kısıtlı bütçesiyle sabaha kadar yanan ampullerin parasını ödemek zor gelmiyor değildi. Bir ampul ne yakardı, olsa olsa elektrik faturası iki misli gelirdi. Amaan, dedi içinden sonra sanki biriyle konuşuyormuş gibi "öderim" dedi, seslice.

Uykusuz sabahladığı geceler iyice artmıştı. Öyle uzun süredir hiçbir şey iyi gitmiyordu ki artık düşünmek bile istemiyordu. Alışmak, giderek artan olumsuzlukları daha az duyarlı, bazen de bir ahmak duyarsızlığıyla karşılamayı getirmişti beraberinde. İyi mi olmuştu kötü mü? Her şey alabora olmuştu artık, fark etmiyordu.

Bir gün birdenbire artık büyük sevinçler, büyük üzüntüler yaşamadığını fark ettiğinde bir odada buldu kendini, masmavi penceresi olan bir odada. Sanki yaşam orada, camın arkasındaydı da, o başını kayıtsızca masaya dayadığı dirseklerinin arasına almış, hiç çıkamadığı anaforun içinde savrulurken öylece izliyordu içine karışamadığı hayatı. Sanki filmlerde araba pencerelerinden hızla geçirilen görüntüler gibiydi pencerenin arkasında pür telaş koşturan hayat. Odaya insanlar doluşmadığı zamanlar kendini hep mavi pencerenin arkasını izler buluyordu. Mevsim ne olursa olsun pencere hep maviydi, açık mavi, koyu mavi, turkuaz, lacivert ... en çok moraran halini seviyordu. Denizin kudurduğu zamanlarda, sanki bir ressam fırçasındaki boya artıklarını temizlemiş gibi gökyüzü parmak parmak mor oluyordu.

Hep fırtınalı olsa deniz, hep bulut olsa, güneş ışınlarını yaymadan suya batırılmış kor çelik gibi yarısı suya batmış öyle kalsa. Böyle havalarda hep bir teknede düşlerdi kendini. Rüzgar şişirse tişörtünü, saçlarını uçursa, içini yakan bir şeyler içse, üşüse biraz.

Hayır hayır sarılıp içini ısıtacak birini hiç düşlemedi yanında. Yani düşlendiği zamanlar bitti artık. Çok oldu biteli. Daha güneşli tablolar mı çizerdi o zaman? Bir ayağı düşlere takılı yaşamak tökezlemeye daha mı yatkındı? Tökezlese n'olurdu?

Yaşadıkları belki de en kötüsü değildi henüz. Üff çok iç bunaltıcıydı hayat, yeterince dikkat etmek, hep dikkat etmek yeterli değildi. Öyle ya hayat bir monolog değildi ki, üstelik bitene kadar kahramanın kim olduğu bile belli değildi. Onun için mi tek başına oynamaya karar vermişti. Sonunda hep kahramanlar kalır ya... neden öldürmezler filmlerde kahramanları. Filmin başında bir dünya oyuncu vardır, oysa filmin sonunda elleri cebinde çekip giden bir tek insan kalır geriye. Nereye gittiği fark etmiyordur artık. (1992)

ContactspcBanaspcCreative Commons Licenseİçeriğimiz CC BY-NC
spcUlaşınspcLisansına tabidir

w3c HTML CSS Compatible

* * * Site kullanım şartlarını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz * * *