Ana Sayfa > Akademik > Derleme Kitapta Makale > Potmodern Yönetim Düzeni

Potmodern Yönetim Düzeni

 

POSTMODERN YÖNETİM DÜZENİ:

İKTİDAR ARTIK HER YERDE

Şükran Gölbaşı , Veli Urhan

 

Postmodern yönetim düzenini anlamak için, öncelikle modern yönetim düzeninin nasıl olduğunu açıklığa kavuşturmak gerekir. Alain Touraine “Modernliğin Eleştirisi” adlı eserinde, modernliğin birbirinin karşısına konulabilecek, akılcılık ve öznellik olmak üzere iki yüzünün bulunduğunu ve bunlar arasındaki diyalogun modernliği oluşturduğunu ifade eder (Touraine, 1994: 230). Modernizmin egemen olduğu yaşam biçimlerini inceleyen Marx ise, modernliğin temel süreçlerinden biri olan kapitalizmi ve onun biçimlendirdiği üretim ilişkilerini ve bu ilişkileri yöneten burjuvaziyi insanlığın geleceği bakımından sorunlu görmüş ve zamanla kapitalizmden daha insanî bir sistemin ortaya çıkacağını iddia etmiştir. Marx gibi Durkheim da modern çağı sorunlu olarak kabul etmiş ve modern çağın getirdiği olumsuzlukların olumluluklarından daha fazla olduğunu öne sürmüştür (Giddens, 1998: 16).

Max Weber ise, Marx ve Durkheim’a kıyasla daha kötümserdir. Weber, modern dünyayı, bireysel yaratıcılığı ve öznelliği ezen bürokrasinin genişlemesi pahasına maddî ilerlemenin elde edildiği paradoksal bir ortam olarak kavramlaştırmıştır (Giddens, 1998: 15).

 

Weber, modern toplumu örgütleyen kurumları, insanların içlerine hapsedildiği “demir kafes”lere benzetmiştir (Berman, 1994:29).

Weber, kapitalizm ve endüstrileşme tarafından belirlenen bu demir kafeslerin, modern toplumsal yaşamın biçimlendirilmesinde işlevi olan her alanı tahakküm altına aldığı ve insanlara kaçış alanı bırakmadığını ifade etmiştir (Urhan, 1999:135). Benzer görüşleri “Modernliğin Sıkıntıları” adlı eserinde Charles Taylor da paylaşmaktadır. Ona göre, kapitalist modernizmin öne çıkardığı araçsal aklın çevresinde yapılanmış bir toplum, bireylerin özgürlüklerinde büyük daralmalara yol açmıştır (Taylor, 1995: 17-20).

 

Postmodernizm teriminin, düşünürler tarafından ne zamandan beri ve hangi kültür alanıyla ilgili olarak kullanıldığı konusunda farklı görüşlerle karşılaşılmaktadır. Sözgelimi, Madan Sarup (1995:158) bu terimin ilk kez 1960’lı yıllarda New York’taki sanatçılar ve eleştirmenler arasında ortaya çıktığını ve 1970’li yıllarda da Avrupalı kuramcılar tarafından geliştirildiğini öne sürmüştür. Bu konuda, gündelik yaşam alanlarını ve sosyal bilimleri de içine alan ilk yapıt, Kanada hükümetinin talebi üzerine Jean-François Lyotard’ın (1979:7) kaleme aldığı “Postmodern Durum” adlı eserdir. Lyotard bu eserinde, büyük ölçüde bir durum saptaması yapmaya çalışmış ve içinde bulunulan moderne benzemeyen durumun, modernizmin büyük anlatılarına duyulan inançsızlıktan kaynaklandığını belirtmiştir.

 

Postmodernizmin gelişmesinde, Foucault, Derrida, Baudrillard, Jameson gibi Fransız düşünürlerine öncelik verilse de, onlara esin kaynağı olanlar özellikle Nietzsche ve Heidegger gibi Alman filozoflarıdır (Best ve Kellner, 1998: 39). Her ne şekilde ve zamanda doğmuş olursa olsun, burada önemli olan postmodernizmin, modernlik projesine, yine onun içinden olmak üzere, bir tepki olarak doğmuş olmasıdır. Postmodernlere göre modernleşme, makro düzeyde insanlığa bir takım olumlu gelişmeler sağlarken, öte yandan insanın gerek kişiliği gerekse toplumsal yaşantısı bakımından birçok sıkıntıyı ve sorunu da beraberinde getirmiştir.

Postmodernizm konusunda, sosyal bilimciler üç farklı duruşta saf almış olsa da, genelde postmodernizm, modernizmin bilimsellik, pozitivizm, ulus devlet, endüstriya¬lizm, kapitalizm, demokrasi, laiklik, teknoloji, bürokrasi, uzmanlaşma vb. temel süreçlerini sorgulayan; buna karşılık, belirsizliğe, parçalılığa, farklılığa, etnisiteye, alt-kültürlere, kültürel çoğulculuğa, yerelliğe, özgünlüğe ayrıcalık tanıyan bir hareket olarak belirmiştir (Erdemir, 2000)

 

Bu çalışmada esasen konulaştırılan, bir modernizm ve postmodernizm karşı¬laştırmasından ziyade, birçok alanda önemli epistemik kopuşların yaşandığı modernizmden postmodernizme geçiş sürecinde ortaya çı¬kan iktidar ve yönetim biçimleri üzerine bir çözümleme yapmaktır. Bu çözümlemede, Foucault’nun görüş ve kavramlaştırmaları esas alınmıştır. Foucault’un düşünce sistemlerinin tarihini yazar¬ken yaptığı arke¬olojik çalışma sonucu, ortaya çıkardığı epistemik dönüşümlerin, toplumların ve kurumların ör¬gütlenme ve yönetim anlayışına yan-sımaları değerlendirilmeye çalışılmıştır.

 

Foucault’nun sosyal bilimlere ve dolayısıyla örgüt kuramına yaptığı en önemli katkının, modern dönem boyunca oluşturulan kurumları ve onları meşrulaştıran söylemleri farklı bir gözle görmemizi sağlaması olduğu söylenebilir. Foucault’un arkeolojik ve geneolojik incelemeleri, modernizmle bir¬likte tarih sahne-sinde boy gösteren bütün kurumların, insan davranışlarındaki çeşitliliği bir örnekleştirip onla¬rın üzerinde daha ileri düzeyde bir denetim kur¬mayı amaçladığını göstermektedir (Urhan, 2010:105-135). Bu nedenle, içinde bulunduğumuz “postmodern” olarak adlan¬dırılan çağda mevcut kurum ve kuralların işlevini Foucault’un kavramları ile okuma¬nın, yö¬netim ve örgüt alanına eleştirel yaklaşanlar açısından özel önemi olduğu ileri sürülebilir.

 

FOUCAULT’NUN DÜŞÜN DÜNYASI

Farklı tarihi dönemlerde düşünce sistemlerindeki farklılaşmayı ve bunun ardındaki nedenleri inceleyen Foucault, incelediği dönemlerle eşleştirilerek kimilerince postyapısalcı, kimilerince postmodernist olarak nitelenmiştir. Modern kurumların ve insanbilimleri söyleminin neye hizmet ettiğini ve bilgi-iktidar arasındaki ilişkileri inceleyen Foucault’yu anlamak belki de günümüz sosyal bilimlerini ve kurumlarını anlamanın en elverişli yollarından biri olabilir.

Foucault’ya göre, şimdiyi anlayabilmek için geçmişi sürekli olarak yeni baştan ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Ona göre, geçmişin tarihini yazmak, onu yeniden başka bir ışık altında değerlendirmektir. Çünkü, o egemen görüşün yazdığı tarihi değil, yazılmayan tarihi incelemiştir. Konuşamayanların, konuşturulmayanların, mağlupların tarihine bakarak günümüzü anlamaya çalışmıştır. Bunu yaparken onlar hakkında (egemenler tarafından) yazılanlara bakmak yerine, gündelik hayatı oluşturan her türden belgeye bakmıştır.

 

Yorumcular, Foucault’nun düşün dünyasının üç ayrı döneme ayrılarak incelenebileceğini öne sürmektedirler ( Cevizci, 2000):

- Arkeolojik yöntemle bilgi sistemlerini incelediği 1960’lı dönem

- Soybilim yöntemiyle iktidar tiplerini incelediği 1970’li dönem

- Sorunsallaştırmalar olarak anılan benlik teknolojileri, etik ve özgürlük üzerinde odaklaşan 1980’li dönem.

 

İnceleme konuları farklılık gösterse de Foucault’nun tüm eserlerine iktidar kavramının damgasını vurduğu söylenir. Foucault, ilk dönem eserlerinde, deliliğin, klinik tıbbın ve toplum bilimlerinin arkeolojilerini incelemiştir. Buradaki arkeoloji sözcüğü, köken aramaya değil arşive gönderme yapmaktadır. Arşivle kastettiği, ifadeleri olaylar ve şeyler olarak kuran sistemlerdir. Yani arşiv, telaffuz edilen söylemler kümesidir. Belli bir dönemde neyin bilgi sayılacağını koşullayan söylemler kümesidir (Foucault, 1999: 128, 164-7). Foucault’nun arkeolojik dönemini oluşturan dört eserin -Deliliğin tarihi, Kliniğin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler ve Bilginin Arkeolojisi- ortak noktası, söylemi bir bilim olarak kuran dışlama pratikleriyle ilgili olmalarıdır.

 

Foucault soybilim çalışmalarında ise, iktidar ve bedene odaklanmıştır. Hukuki (sovereign) iktidardan disiplinci, oradan düzenleyici (biyo-iktidar) iktidara geçisin, neden belli dönemlerde ortaya çıktığını incelemiştir. Bu dönem çalışmalarında, iktidar teknolojileriyle toplum bilimlerinin ortaya çıkışını ilintilendirmiştir. Foucault son dönem çalışmalarını, sorunsallaştırmalar olarak adlandırmıştır. Sorunsallaştırmalar kavramı, bir şeyi doğru-yanlış oyununa sokan, bu şeyi düşünce nesnesi olarak kuran (bilimsel bilgi gibi) söylemsel olan ya da söylemsel olmayan pratiklerin tamamına referansla kullanılmaktadır. Bu dönemde Foucault, insanın kendini nasıl kurduğu üzerinde durmuştur. Foucault bunu özneleştirme (subjectivation) olarak adlandırmıştır (Flynn, 2005).

 

FOUCAULT’NUN İKTİDAR KAVRAMLAŞTIRMASI

Tarih boyunca, iktidar adına incelenme konusu edilen, iktidarı elinde tutan kişilerin ve kurumların tarihidir. Foucault’nun diğerlerinden farkı, iktidarın mekanizmalarını, stratejilerini, işleyişini incelemesidir. O, pek üzerinde durulmayan bilgi-iktidar ve iktidar-beden ilişkilerine odaklanmıştır.

 

Modernist anlayışta güç, sahip olunacak ya da elde tutulacak, nesne olarak düşünülmüş, bir yer yada kaynağa sahip olduğu düşünülmüş, merkezi ve tepeden aşağı uygulanan bir şey olarak tanımlanmıştır. Bu anlayışa göre gücün incelenmesi de, onun kaynağını bulmayı, elinde tutanın niyetini ve stratejilerini açıklamayı hedeflemiştir. Bu güç anlayışı, Foucault’nun anlayışının tam karşıtıdır. Foucault’da güç, bir kişi ya da kurumda yer almaz, o ilişkilerle ortaya çıkan ve kişi ve kurumlarda sabitlenemez bir şeydir. Foucault’un metodu, özneyi merkez olmaktan çıkarır, vurgu pratikler üzerindedir ve bu onun analizinin aşağıdan yukarı doğru yapılmasını gerektirir. Foucault’nun derdi, “nasıl” iledir, belli eylemler, belli düşünme biçimleri nasıl olup da tarihin belli bir döneminde doğal, kendiliğinden, aşikar ve kaçınılmaz olarak kabul edilmeye başlanmıştır (Townley, 1998:193)?

 

BEDENDEN RUHA YÖNELEN İKTİDAR TEKNOLOJİLERİ

Foucault, farklı dönemlerde farklı iktidar anlayışlarının hakim olmasının, kapitalist gelişmeye paralel olduğunu, kapitalizmin farklı evrelerinde kontrol sistemlerinin de farklılaştığını ifade etmiştir. İktidar, kapitalist sistemin gerekleri doğrultusunda kendini sürekli geliştirmekte ve teknolojilerini yenilemektedir. Karşısındaki direnme odaklarının değişmesi, iktidarın onlarla başa çıkacak yol ve yöntemlerini değiştirmesine neden olmaktadır (Akay, 2000).

 

İktidarın, klasik çağın zora dayalı bir iktidar biçiminden ahlaki ve terapötik bir iktidar biçimine doğru gerçekleşen bir değişme geçirdiği ifade edilmektedir. Klasik dönemde iktidar, bedenler üzerinde edimde bulunurken modern iktidar ise içkin olarak ruhlar üzerinde işletilmektedir (Baudrillard, 1998:54). Klasik iktidar, delilerin, suçluların, fakirlerin ve boşta gezerlerin söylemden ve yurttaşlıktan dışlanmaları yoluyla negatif olarak işletilmiştir (Küçük, 2000: 147). Bu çağda ceza uygulama meşruiyeti hükümdara aittir. Foucault “Hapishanenin doğuşu” adlı kitabında, bu dönemde Batıda işkencelerin nasıl seyirlik haline getirildiğine, cezanın kadir-i mutlak etkisi yaratmayı amaçlayan ibret yönüne dikkat çekmiştir (Merquior,1986: 116,127).

Klasik iktidar, kapitalist sistemin doğuşuyla birlikte, onun gerekleri doğrultusunda yeni teknolojiler geliştirmiştir. Kapitalist düzende herhangi bir isyanın üretim düzenini altüst etme ihtimali, her bir bireyi gözetim altında tutacak şekilde, klasik çağınkinden farklı iktidar teknikleri geliştirilmesini gerektirmiştir (Foucault, 2003:157). Suç, artık hükümdara yönelik bir saldırı olarak değil, toplumsal sözleşmenin çiğnenmesi ve böylelikle bir bütün olarak toplumun tehlikeye sokulması olarak görülmeye başlanmıştır. Böylece, suçluyu topluma kazandıracak yeni cezalandırma yöntemleri önerilmiştir. Geçmişteki işkence ve öç alma, 1830’larda yerini biçimsel kurallara, yönetmeliklere bırakmıştır. Ceza yönetiminin ilgi noktası, suçlunun bedeninden suçlunun zihnine kaymış, tutuklulara çarptırıldıkları cezanın mantığını kabul ettirecek terimler düzenlenmiştir (Merquior, 1986:115-17). Kapitalizmin üretken bedenlere olan ihtiyacı, cezalandırmanın insanı öldürmekten, yaşatmaya kaymasına neden olmuştur. Reformlarla, cezalandırma yeni kurallara bağlanmış, daha sofistike hale getirilerek keskinliği ve etkinliği artırılmış, cezalandırma iktidarının yeni bir teknolojisini ve beraberinde ekonomisini ve yaratmıştır (Foucault, 1992:110).

 

Foucault’a göre, kapitalizm için tehlike arz edebilecek, işsizler, yoksullar, akıl hastalarının kapatılması için yeni kurumlar gerekmiştir. Bunun sonucu olarak, halkın gözü önünde fiziksel işkence kaldırılırken, bir dehşet görüntüsü olarak cezalandırmanın simgesi dev hapishaneler bütün Avrupa’yı kapsamaya başlamıştır. Foucault’ya göre bu kurumlar işlevinin ötesinde kullanılmıştır (Merquior, 1986:115,121). İnsanlar, eskiden işlediği suç için ceza alırken, Modern toplumlarda normalleştirilmeye tabi tutulan insanlar, suç işleme potansiyeli nedeniyle ceza alır hale gelmişlerdir. Bu dönemde cezalandırılma korkusu, insanın kimliğinde cezanın kendisinden daha derin bir etki bırakmıştır (Locke, 2002: 25). Bu durum, zamanla genelleşerek ve normal-anormal ayrımının çeşitlenmesi nedeniyle, geçmişte suç olarak görülmeyen birçok eylemin de suç olarak görülmesine ve insanlara böyle belletilmesine yol açmıştır. İktidar, söylemlerin kontrolü üzerinden işletilmeye başlanmıştır (Rutherford, 1998:10).

 

On sekizinci yüzyıl sonu düşünürleri, Batı’ya insanlar üzerinde iktidar uygulamanın ve zihinler vasıtasıyla bedenlerin nasıl denetleneceğinin reçetesini sunmuştur. Aydınlanma, bir yandan insanoğlunu özgürleştirme ideali ile yola çıkarken, bir yandan da geleneksel toplumlarda olduğundan çok daha büyük bir toplumsal denetim düzeyi sağlayacak biçimde, yeni ahlaki terimler tanımlamıştır. Bu dönemin ceza ve disiplin anlayışının hedefi, cezaları hafifletme söyleminin ardında, daha inceltilmiş tekniklere başvurmak suretiyle daha iyi cezalandırmak, cezayı evrenselleştirmeye çalışmak olmuştur (Merquior, 1986:118-19,121).

 

PANOPTİKON: DİSİPLİNCİ İKTİDARIN KURULMASI

Yeni yasalar çıkarmanın hegemonyasını garanti altına almak için yeterli olmadığını fark eden burjuvazi, iktidar etkilerinin toplumsal gövdenin en ince gözeneklerine kadar işlemesini sağlayacak bir teknoloji icat etmesi gerektiğini anlamıştır. Jeremy Bentham, bu yeni iktidar teknolojisinin kaşifidir (Foucault, 2003: 87, 95-96) Bentham’ın panoptikon’u keşfi, monarşik iktidarın maliyetli gözetimi karşısında “Colombus’un yumurtası” olarak nitelenmiştir. Bentham’ın bulduğu, sadece hapishane mimarisinin ötesinde, gözetleme sorunlarını kökten çözecek bir iktidar teknolojisidir. Foucault bunun, doktorların, ceza hukukçularının, sanayicilerin ve eğitimcilerin iktidarlarını kolayca işletebilecekleri bir teknoloji olduğunu ileri sürmüştür (Merquior,1986: 126).

 

Panoptikon, merkezinde bir denetleme mekanı, çevrede de hücreler bulunan yarım daire biçimli bir bina planıdır. Özel bir aydınlatma sistemi sayesinde, tek tek hücrelerde kalan mahkumlar, gardiyanlar tarafından her an gözlenebilirken içerdekilerin kendilerini gözleyenleri görebilmesi imkansızdır. Saklanacak, özel olan hiçbir yer yoktur. Ne zaman gözetlendiklerini bilemeyen mahpuslar her zaman izleniyorlarmış gibi davranmak zorunda kalırlar. Sürekli bir izlenmenin ağırlığını üzerinde hisseden herkes sonunda kendi kendini denetlemeye başlamaktadır. Panoptik mimari, sürekli ve ekonomik bir iktidar uygulaması sağlıyordu. Toptan ve kesintisiz gözetime dayalı düzen yerleri yaratmak için ideal bir yapı bulunmuştu. Kimse bunun sadece hapishanelerde kullanılacağının garantisini veremezdi. Panaptikonun etkisi tutukluda, iktidarın otomatik işleyişini sağlıyor, gözetim kesintili olsa bile sonuçları itibariyle süreklilik sağlıyordu (Merquior, 1986:120).

 

MODERN TOPLUMUN KAPATMACI KURUMLARI

Foucault’ya göre, modern toplumun kurumlarının işleyiş açısından hapishanelerden pek de farkları yoktur. Benzer disipliner teknikler, okullarda, hastahanelerde, tımarhanelerde, kışlalarda hayata geçirilmektedir. Karakteristik bir biçimde modern olan bu kurumlar daha aydınlanmış ve rasyonel bir çağın insani ürünlerinden ziyade yayılan bir iktidarın daha etken ve daha tedirgin edici araçlarıdır. Burjuva toplumunun, evrensel bir düzgülülüğün egemenliği altında yaşadığı ifade edilmektedir. Foucault’ya göre, toplumun gözetim temsilcileri olan öğretmenler, doktorlar ve diğer toplumsal görevlilerin hepsi yargıç pozisyonundadırlar. Böyle bir toplumsal dünyanın, yasalardan disipline doğru yoğun ve yaygın bir mahpusluk şebekesi oluşturduğunu ifade etmiştir (Merquior, 1986: 126-28,131).

 

18.yüzyılın iktisadi dönüşümleri, iktidar etkilerini, bireylerin tüm gündelik edimlerinde dolaşıma sokmayı gerekli kılmıştır. Bu incelikli teknoloji ile iktidar, üzerinde iktidar uygulananlar kadar iktidarı işletenleri de kapsamına alan, yasal bir sahibi olmayan bir mekanizmaya dönüşmüştür. Bu, gözetmenlerin de gözetlendiği bir düzendir. Herkes, bulunduğu yere göre diğerlerinin tümü ya da bazıları tarafından gözetlenmektedir (Foucault, 2003: 91-98).

 

Foucault, çağdaş insanın doğar doğmaz bir yönergeler tufanıyla karşılaştığını ifade etmektedir. Çağdaş burjuva kültürünün siyasal düşünün, disiplinli bir toplum yaratmak olduğunu ve bu düşün biçimlendirilme gücünün, bir takım anahtar kurumları kapsadığını ifade etmiştir. 19.yüzyılın başından itibaren akıl hastanelerinde, cezaevlerinde, okullarda, kışlalarda ve bir ölçüde hastanelerde düzenli olarak uygulanan kurallarla ve yoklamalarla, insan yaşamı ve bedeni, en ufak ayrıntılarına kadar denetlenmektedir. Böylece toplumsal bir hegemonya inşa edilmiştir (Foucault, 2003: 96: Merquior, 1986:114-124).

 

DÜZENLEYİCİ İKTİDAR: NORMUN TOPLUMSAL YAYILIMI

Günümüzün kapitalist sisteminin yeni bir evresi olan küreselleşme, bütün ulusal duvarları indirip yoksul ülkeleri zengin ülkeler karşısında korumasız bırakmış, sosyal devletin tasfiye edilerek sağlık, eğitim gibi hizmet alanlarının kapitalist sömürüye açılmasıyla, az gelişmiş ülkelerde yoksulluğun derinleşmesini beraberinde getirmiştir. Bu yeni sömürgeleştirme ve yoksullaştırma sürecine, daha sıkı bir toplumsal gözetim eşlik etmiştir. Yeni dönemin, insanı daha sıkı sarmalayan kuralları ve kurumları, küreselleşme retoriği ile tüm dünya toplumları çapında meşrulaştırılmış ve yaygınlaştırılmıştır. Küreselleşme, dünya üzerinde kapitalizmin ve ticari mantığın girmediği hiçbir alanın kalmaması demektir. Bu dönemin anahtar kavramı hızdır. Hızlı davranmak, daha önce girilmemiş alanları diğerlerinden önce fethetmek başarının faktörüdür. Bu durumda küresel çapta yayılmış üretim ilişkilerinin kontrolünün de, iktidarın girmediği hiçbir yer kalmayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmiştir.

Foucault’nun bu dönem iktidar anlayışı için, “ Cinselliğin Tarihi” adlı eserine bakmak gerekir. Bu eserde, bireyselleştirme ile beden üzerine kurulan disiplinci iktidardan faklı olarak, insan türü üzerinde kurulan yığınlaştırıcı bir iktidar türünden (bio-iktidar) söz edilmektedir. Bu yeni iktidar tekniği, “düzenleyici iktidar” olarak adlandırılmaktadır. Bu türden iktidar anlayışında, insanlar üzerinde bir disiplin kurmaktan çok, belli şeyleri ayarlamak, düzenleştirmek söz konusudur. Norm, disiplinci ve düzenleştirici mekanizmalar arasında düzenleyici bir faktördür. Normalleştirme toplumu, disiplinin normuyla düzenlemenin normunun kesiştiği toplumdur (Foucault, 1993).

 

İktidar, bu dönemde elinde bulundurduğu iletişim araçları ve mekanizmaları ile insanları iktidar oyununa katmaya çalışmaktadır. Böylece onları sınıflandırabilmekte, tecrit edebilmekte, çeşitli iktidar tekniklerini üzerlerinde uygulayabilmektedir. Düzenleyici iktidarın en önemli aracının medya olduğu ifade edilmektedir (Foucault, 1993:41).Televizyon programları, diziler, haberler, filmler, reklamlar, her biri belli yaşam biçimlerini olumlamakta, insanları iktidarın empoze ettiği yaşam/davranış biçimlerine yöneltmektedir. İnsanlar normal olmak, normal görünmek istediği için kendilerini (kendi kimliklerine yabancı) iktidarın normal tanımları içine hapsetmektedirler. İnsanlar her gün enformasyon bombardımanına maruz bırakılarak iktidarın normal tanımı, sanki icad edilmiş değil de doğal, kaçınılmaz bir şeymiş gibi kafalarının içine sokulmaktadır. İnsanlar ancak satın alarak kendi iktidarlarını kurarlarken, çoğunu okumadıkları yüzlerce sözleşmeye imza atmakta, böylece kendileri de satın aldıkları metalar gibi, tüm satın almalarını önceden kredilendiren bankalar tarafından satın alınmaktadırlar. İnsanların alışveriş sırasında toplanan çok özel bilgileri pazarlanmakta ev kendilerini seçmedikleri bir meta-iktidar döngüsünün içinde bulmaktadırlar.

 

YENİ YÖNETİM ANLAYIŞLARI:

İKTİDARIN KURUM SÖYLEMLERİNDE İŞLETİLMESİ

Foucault’un yukarıda bahsedilen çalışmaları, disiplin ve ceza uygulamalarını meşrulaştıran söylemlerin, meşruiyetini dönemden döneme farklı kişi ve kurumlardan aldığını göstermektedir. Modern dönemle birlikte söylemin, meşruiyetini hakikat iddiasından ve bilimden almaya başladığı görülmektedir. İşte yönetimle ilgili prensipler ve kuramların geliştirilmesi de yine aynı döneme rastlamaktadır.

Yönetim alanında işyerinde ilk gözetim çalışmaları sayılan Taylor’un çalışmaları, işyerindeki karmaşıklığa bir takım prensipler koyarak düzen getirmek istemiştir (McKinlay ve Starkey, 1998:9). İşin zamanlanması, işçilerin en uygun şekilde çalışma alanına yerleştirilmesi, çalışma sırasında işçilerin sürekli olarak sınanmaları ve gözlenmeleri gibi yöntemlerle çalışanların belirli kriterlere göre gözetim altına alınmasıyla işyerlerinde verimlilik ve etkinliğin artırılması hedeflenmiştir. Taylor’un atölye işçileri için gerçekleştirdiği gözetim tekniklerine karşılık, Henri Fayol yönetim ilkelerini belirleyen çalışmasıyla gözetimi yönetici sınıfı da dâhil edecek şekilde genişletmiştir. Weber ise, her türlü bireysel inisiyatifi yok eden ayrıntılı kurallar ve prosedürlerden oluşan bürokrasi ilkelerini oluşturmuştur. Bürokratik kurallar vasıtasıyla, gözetimin en küçük birimlere kadar yayılmasının temellerini atan Weber, geriye dönüp baktığında kendi icadını, kendisi bile insanların içine hapsedildiği “demir kafes” lere benzetmiştir. Taylor’un işyerinde verimliliği arttırmaya çalışırken, bunu normlar ve standartlar yaratarak yaptığı, bu anlamda bakıldığında “disiplinci güç” içinde değerlendirilebileceği tartışılmaktadır. Aynı şey, bürokratik kontrol için de öne sürülmektedir. Örneğin her bir görevin tanımlanması, kurallar konması, personel seçme ve yükseltme için objektif kriterler konulması, becerilerin ve yeteneklerin tanımlanması, hepsi gücün keyfi kullanılmasını önleyen tedbirlerdir. Düzen sağlamaya yönelik, yönetilecek alanı ölçerek bilinebilir ve yönetilebilir kılan disipline edici teknikler olarak değerlendirilmektedir (Townley, 1998:195-96).

 

Modern örgütler, rasyonel olarak karakterize edilmektedir. Weber’e göre rasyonel yönetim, bilgi ve disiplinin bileşimidir. Her şey, doğru kararlar alabilmeyi mümkün kılmak içindir. Tüm yönetimsel işler, maaşlı memurlardan oluşan bir hiyerarşi tarafından işlenen yazılı dokümanlara ve gayri şahsi kurallara dayanır, kuralların adil, tarafsız ve rasyonel olduğu varsayılır. Bu yolla görünürde verimlilik arttırılırken bir yandan da sosyal denetim sağlanmaktadır (Lyon, 1994: 25-6). Taylorist ilkelerin hayata geçirildiği fabrika üretim biçimi, Fordizm olarak adlandırılmaktadır. Fordizmin standart ve seri üretime dayalı ekonomik örgütlenmesi, aile, boş zaman ve gündelik yaşamın her alanının kapitalist toplumsal ilişkiler çerçevesinde düzenlenmesine neden olduğu, kitle üretimi ile birlikte, tüketimin bir yaşam biçimi olarak belirdiği ifade edilmektedir (Lyon, 1994:123-126).

 

Modern örgütlerde hayata geçirilen disipliner iktidar, bireyin beden ve ruhunun ta içine işleyen, bireyin hayat ve zamanını kapitalist işgücüne dönüştüren bir güç olarak ayrıntılı program ve tarifeler, alıştırmalar ve talimler, sınavlar, rapor tutma, normal olmayanların ayrılması gibi çok çeşitli teknikler üzerinden işlemektedir. Atölyeler, okullar ve kışla gibi modern kurumlarda, normalden ayrılan davranışlar karşısında, yoksun bırakmadan aşağılamaya kadar uzanan bir dizi incelikli cezalandırma yöntemine başvurulmaktadır. İstenmeyen davranışlar, yönetime karşı suç kapsamında tanımlanmaktadır. Normalleştirici yargılamanın yarattığı ahlaki baskıyla, üretim ve savaşın tüm manevralarına katlanabilen, itatkar, çalışkan ve bilinçten yoksun uysal insan (homo docilis) modeli yaratılmak istendiği ifade edilmektedir (Merquior, 1986:124).

 

GOVERNMENTALİTY: POSTMODERN YÖNETİM DÜZENİ

Fordizmi nasıl modern toplumun bir işyeri düzeni olarak niteliyorsak, post-fordizm de bir üretim sisteminin ötesinde postmodern toplum düzeninden ayrı düşünülemez (Lyon, 1994:123-126). Fordizmdeki fabrika düzeni, standartlaşmış ürünler, montaj hattı, kitlesel üretim ve teknik gözetimin yerini; post-fordizmde, işin coğrafi alana saçınıklığı, çalışma saatleri ve örgütlenme yapılarının esnekleşmesi ve elektronik gözetim almıştır. Lyon’a göre, 1990’larda işyerlerinde elektronik araçların devreye girmesiyle birlikte, gözetimin sınırları genişleyerek daha yaygın ve yoğun hale gelmiştir. Elektronik teknolojilerin uzak alanları birbirine bağlama kapasitesi, işin yapıldığı yerin önemini ortadan kaldırmıştır, evlerinden çalışanlar ve ülke dışında çalışanlar dahi kolayca izlenebilir hale gelmiştir. Böylece yeni teknolojilerin gözetim amacıyla kullanımı, yöneticilere şirketlerinde her an neler olup bittiğini daha açık ve eksiksiz görmelerini sağlayan panoptik gözetim imkanı sağlamıştır (Lyon, 1994:130-31).

 

Modern öncesi dönemin fiziksel gözetiminin yerini, modern toplumda teknik gözetim, postmodern toplumda ise elektronik ve normatif gözetim almıştır. Postmodern toplum düzeninde, gücün yeni işleyiş tarzı ve mekanizmalarını kavrayabilmek için “governmentality” kavramını iyi anlamak gerekir. Foucault’ya göre (2000) governmentality, yönetilecek alanın önceden bilinebilir olmasının sağlanmasıdır. Alanı görünür kılan, onun hakkında düşünme ve algılama tarzımızdır ve bu görünürlük sayesinde bir alan müdahaleye açık hale gelir (Townley, 1998:193). Küresel dönemde gücün analizi, nasıl ve hangi etkilerle alanın belli kavramlar vasıtasıyla formülleştirilerek yönetilebilir kılındığına odaklanmıştır. Yeni yönetim teknikleri, otoriteyi içselleştiren söylemleri ile fiziksel gözetimden kültürel ve normatif bir gözetime yöneliş göstermiştir. Örneğin, Drucker’ın “amaçlara göre yönetim” yaklaşımı, personelin örgüt amaçlarına göre kendisini ayarlamasını, kendi kendini denetlemesini hedeflemektedir (McKinlay ve Starkey, 1998:9). Örneğin “toplam kalite yönetimi”nde bir ‘iç müşteri’ mantığı içinde işgörenler hem kendi kendilerinin denetleyicisi, hem takımın diğer üyelerinin denetleyicisi, hem de işin kalitesinin denetleyicisi olarak sadece kendilerinden değil doğrudan yönetmedikleri çalışanların da performansından sorumlu tutulmaktadır. Öz-yönetim ve yetki devri olarak nitelenen bu mantık, işgörenin iş yoğunluğunu ve sorumluluğunu arttırarak işyerinin verimliliği ve karlılığını yükseltirken işçiye bu artan kardan hiçbir şey vaad etmemektedir.

 

Yeni yönetim anlayışlarının ortak noktalarının; işgören katılımı, ekip çalışması, işgörenlere yetki-devri, müşteri odaklılık, sürekli iyileştirme, öz denetim, grup çalışması, iç rekabet gibi uygulamalar olduğu görülmektedir (Aksu ve Ehtiyar, 2007). Yeni tekniklerin tümü, işyerinde verimlik ve kaliteyi artırmayı hedeflerken işgörenin sorumluluğunu ve iş yoğunluğunu artırmakta, fakat işgörenin yaşam kalitesini artıracak hiç bir şey önermemektedir. Dayanışma kültürünü rekabet kültürüne dönüştüren, yeni yönetim yaklaşımları, yeni liberal iş mantığının yönetim kültürüne uyarlanmasıdır. Yeni yönetim tekniklerinin; özyönetim, özdenetim, rekabet, esnek çalışma saatleri ve herkesin birbirine hesap vermesi ortak paydası üzerine kurulu olduğu görülmektedir. İş ortamında herkesi birbirine denetlettiren, herkesi herkesten sorumlu kılan, işin her aşamasının sorumluluğunu işgörene yıkan yeni yaklaşımların, retoriği ile uygulaması çelişmektedir. Retorikte işgöreni daha çok yetkilendirirmiş görüntüsüne karşın özünde işgörenin sorumluluğunu artıran ve aile metaforu ile özel zamanlarını yutan bir tür normatif gözetim aracı olduklarını iddia edebiliriz.

Aydınlanma sürecinde monarşik gücün tümüyle ortadan kalkmadığı, eskinin mekanistik örgütlerinde monarşik gücün sürmesine karşılık, yeni organik orgütlerde daha çok disiplinci tekniklerin yükseldiği tartışılmaktadır. Yeni personel seçme ve değerlendirme tekniklerinin, monarşikten çok disiplinci güç tekniklerine örnek olabileceği söylenebilir. Deetz (1992’den akt. McKinlay ve Starkey, 1998:10-11), bilgi yoğun işletmelerde, bürokratik ve doğrudan kontrol yerine, kültürel ve normatif kontrolün kullanıldığını ifade etmektedir. Deetz, normatif kontrolün ancak günlük örgüt yaşamının söylemine ve pratiklerine yansıdığında sürdürülebilir olduğunu belirtmektedir. Normatif kontrol, kıyafet kodları, iş arkadaşları ve müşteriler tarafından kabul edilebilir davranışlar gibi işyerlerinde dile getirilmeyen kodlara sızmaktadır.

 

Özellikle sanayi devrimi sonrası toplumlarda, bilimsel doğrunun önemli olduğu toplumlarda, normal ve anormal kategorilerinin, insanların kafasına kendi kendilerinin polisi olacak biçimde sokulması stratejileri uygulanmaktadır. Bu düşünceler dönemsel ve tarihsel olarak değişmekte ve genişlemektedir. Buna bağlı olarak, yasalar kurallar da değişmektedir. Bir bireyin diğer bir birey üzerindeki kontrol mekanizmalarından gözetim, disiplinci iktidarın bir koludur. Eski otorite formları olarak, baskıcı çalışma koşulları, otorite ilişkileri, zorlama süreçleri, egemen ideolojiler, çalışma kuralları ve çeşitli manipülasyon ve baskı teknikleri devam etmektedir ve bunların meşruiyetini sürdürecek kavramlara da sahibiz. Fakat yeni endüstriler, yeni ve daha sofistike otorite formlarını da ortaya çıkarmıştır. Örgüt araştırmacılarının, güç konusunu incelerken Foucault’dan büyük ölçüde esinlendikleri görülmektedir. Yeni bilgi temelli örgütleri anlamada, Foucault’un “disiplinci güç” ve “sosyal kontrol teknolojileri” kavramları önemlidir (Deetz, 1998:151-52). Disiplinin en çok görenekleşmiş işlemlerinden biri olarak sınavlar ve yoklamalarla insanların yaşamlarının her anı kaydedilmektedir. Foucault’a göre toplumsal bilimler, insanı bilinebilir kılarak, yönetme ve gözetlemenin zemini hazırlamıştır (Merquior, 1986:124).

 

İŞ ORTAMINDA ELEKTRONİK GÖZETİM: KAÇACAK HİÇBİR DELİK YOK

İşletme yönetimi açısından, iletişim ve bilgisayar teknolojileri işyerlerinde gözetimle ilgili radikal bir dönüşüme neden olmuştur. Tarihin hiç bir döneminde çalışanların bu kadar yoğun gözetime maruz kalmadığı belirtilmektedir. Yeni iletişim teknolojileri, gözetimin oranını arttırdığı gibi, gözetim alanını da genişletmiştir (Sewell, 1998:397, Yılmaz, 2005). Günümüzde gözetim teknolojileri, çalışanları ne kadar görünebilir yapmaktaysa, gözetimi yapan otoriteyi de o kadar görünmez kılmaktadır. Bu teknolojiler, iş ortamının sürekli kontrol altında tutulabilmesi imkanını sağlamaktadır (Bryant, 1995; Yılmaz, 2005). Yeni performans izleme sistemleri, uzaktan gözetim imkanı sağlamakla, mekana ve zamana bağlı geleneksel çalışma şekillerinin dönüşmesine (Stanton ve Julian, 2002) ve çalışanın yaptığı iş üzerinde denetimini yitirmesine ve işçi-işveren arasındaki güç dengesinin işveren lehine değişmesine neden olmuştur (Moorman ve Wells, 2003)

 

İşletmelerdeki elektronik gözetimin görünmez olması ve otomatik işlemesi gibi bazı özellikleriyle panoptik karakter taşıdığı, Taylorizm’in dijital olarak uygulama örneğini oluşturduğu belirtilmektedir (Lyon, 1994:69). İşletmelerdeki elektronik perfromans izleme sistemlerinde, her bir çalışan Bentham’ın Panoptikon tasarımındaki hücrelerde ikamet ediyormuşçasına birbirlerinden elektronik olarak ayrılmıştır. Bunun eski yönetim düzeninde fiziksel duvarlarla birbirinden ayrılmış mekanlarda çalışan personele uygulanan gözetimden çok daha etkili olduğu ifade edilmektedir (Botan, 1996). Çalışanların mahremiyetini ihlal edebilecek uygulamalar; izleme ve gözetim altında tutmadan, fiziksel ve psikolojik testlere tabi tutma, varlığını araştırma, hakkında bilgi toplama, bu bilgileri kullanma ve ifşa etmeye kadar uzanan çeşitli pratikleri kapsamaktadır. Bu gözetimlerin çoğu zaman gizli yapılması ve çalışanların özel yaşam alanlarının ihlal edilmesi (Johnston ve Cheng, 2002) gibi özellikleriyle panoptik tarz bir uygulama olduğunu söyleyebiliriz.

 

KAPİTALİZMİN YEDEK İŞÇİ DEPOSU OLARAK MAHPUSHANELER

1980’li yıllarda iktidar teknolojileri, bir yandan tekniklerini inceltirken bir yandan da ekonomikleşmiştir. Postmodern dönemin yığınlaştıran iktidar teknolojileri, bu kez uysallaştırdıkları yığınlardan ekonomik yarar elde edecek şekilde cezalandırma sistemini değiştirmişlerdir (Özdek, 2000). Foucault’nun (1992) “Hapishanenin Doğuşu” kitabında, 19. yüzyılda devletin, mahkumları ve hapishaneleri özel sermayedarlara kiraladığı "kiralık hapishane" sistemi ve çeşitli bahanelerle içeri atılan insanların kötü koşullarda 17 saate varan sürelerle çalıştırılmasının neden olduğu insan kıyımı ayrıntılarıyla anlatılır. 19. yüzyılda hapishane yönetimleri ile sermayedarlar arasında yapılan sözleşmelerle hapishanedeki mahkumların emeği özel sektöre kiralanıyordu. Bu durum, özgür bırakılan kölelerin basit hırsızlık suçları gibi çeşitli bahanelerle tekrar içeri alınmalarına, köleliğin biçim değiştirerek sürmesine neden olmuştu. Küreselleşme ile birlikte işte bu "kiralık hapishane" modeli de geri getirilmiştir, birçok ülkede pilot uygulamaların başlatıldığı ifade edilmektedir (Özdek, 2000).

 

19. yüzyılın liberal politikaları, yeni liberalizm adı altında yeniden hakim kılınırken 19. yüzyılın kurumlarının, uygulamalarının da günümüze taşınmasında bir beis görülmediği anlaşılmaktadır. Küreselleşme ile birlikte, eskiden devletin kontrol alanında olan bütün kurumları kapitalist sömürüye açmanın, yeni pazarlar, yeni kar alanları yaratmanın şimdilik son durağının hapishaneler olduğu görülmektedir. Küreselleşmenin “metalaşmamış, girilmemiş tek bir alan kalmasın” mottosu, yeni liberal dönemin ceza reformu retoriğiyle hapishaneleri yedek işçi depolarına dönüştürmüştür.

 

Özdek’in araştırması, yeni ceza politikalarının, sendikasızlaştırılmış-yoksullaştırılmış işçi sınıfına yedek işçi ordusu yaratmayı hedeflediğini göstermektedir. En ucuz ve en iyi disipline edilmiş emek gücü olarak mahkum emeğinin kullanılmasına yönelinmiştir. 1980'li yıllardan itibaren türeyen bir dizi çokuluslu "cezalandırma şirketi", dünyadaki özel hapishanelerin başlıca işleticileridir. Bugün ABD'nin önde gelen pek çok şirketi, ürünlerini ABD hapishanelerinde üretmektedir. Bu şirketlerin arasında, Microsoft, IBM, Boeing, Motorola, Texas Instruments, Nike, Lee Jeans gibi dünya çapında tanınmış şirketler de bulunmaktadır. Pek çok işletmenin, üretimin daha ucuz maliyetli olduğu hapishanelere taşınması, dışarıdaki işsiz kitlesini genişletmektedir. Bu şirketler, devletlerle imzaladıkları 25-30 yıllık sözleşmelerle yeni yeni hapishaneler kurmaktadır. Yeni ceza politikalarının uygulandığı ülkelerde, daha çok insanın hapishanelere gönderildiği, ceza sürelerinin uzatıldığı, mahkum ve hapishane sayılarının hızla arttığı rapor edilmektedir. Hapishane-işletmelerin istihdam ihtiyacına göre, suç ve suçlu yaratıldığı anlaşılmaktadır. Daha çok mahpus, daha fazla köleleştirilmiş işgücü demektir

 

Özelleştirme sonucu, hapishanelerle birlikte mahkumlar da özel şirketlere devredilmekte, onlar da özel şirketin malı olmaktadır. Özel hapishane/işletmeler düzeniyle, kölelikten de ucuz ve etkin bir emek sömürü sistemi kurulmuştur. Bir yandan çokuluslu cezalandırma şirketleri, dünyadaki en büyük şirketler arasına katılırken, diğer yandan mantar gibi çoğalan hapishaneler yeni endüstriler doğurmaktadır. Hapishane endüstrisi, inşaat, mimarlık, sağlık, yemek, nakliye, telefon, güvenlik teknolojisi gibi alanlardaki birçok yan sektörü de beslemektedir. Mahpusların, emeklerinin yanı sıra tüketici olarak da sömürüldüğü, temel ihtiyaçlarını dışarıdakilere göre yaklaşık altı kat daha pahalıya karşılayabildikleri ifade edilmektedir. (Özdek, 2000) Özdek’in araştırmasına göre, yatırım bankaları, güvenlik şirketleri ve hizmet şirketlerinin de bu endüstrinin içinde olduğu göz önüne alındığında kolektif bir kölelik düzeneği ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır. "Daha çok mahkum" ve "daha çok hapishane", daha ekonomik üretim ve daha fazla kar anlamına gelmektedir. Sürekli yeni yönetim teknikleri üreterek, kontrol ve gözetimi incelterek sömürüyü gözden kaçıracağı kadar kaçıran yeni düzen, daha fazla saklayamadığı gerçek yüzünü açık eden bir pervasızlık sergilemekte artık bir beis görmemektedir.

 

SONUÇ

Çeşitli araştırma bulguları, Foucault’nun Bentham’ın icadı Panoptikon karşısında dile getirdiği kaygıların, günümüzde tümüyle gerçeğe dönüştüğünü göstermektedir. Foucault’nun hapishane dışındaki kurumlarda da panoptikon tarzı örgütlenmenin modelleneceği yönündeki öngörülerinin tümüyle haklı çıktıı ve çok çeşitli kurumlarda hayata geçirildiği anlaşılmaktadır.

İşyerlerinin, elektronik imkanları da kullanarak yeni iktidar modellerinin en uç uygulama örneklerini hayata geçirdiği görülmektedir. Personelin işyerine ve işyerinin tüm birimlerine giriş ve çıkışları elektronik olarak izlenmekte, kayıt altına alınmakta, kayıtlar doğrudan iş sahiplerine gitmektedir. Pek çok birime giriş, araç ve gereçleri kullanmak kişiye özelleştirilmiş şifrelerle yapılmaktadır. Elektronik izlemede personelin işyeri tuvaletini kullanma sıklığına varıncaya dek her şeyin monitörlerle izlenmesi, panoptikon mantığının birebir hayata geçirildiğini göstermektedir. Bu durumda, klasik dönemin şiddet/baskı araçlarının yerini, modern toplumlarda gözetmenler ile yöneticilerin uyguladığı yönetim tekniklerinin aldığı anlaşılmaktadır. Verimlilik ve etkililiği arttırma iddiası ile ortaya çıkan yönetim kuramlarının, esasında işyerlerinde ceza ve disiplini meşrulaştırıcı bir işlev üstlendiğini anlıyoruz.

 

Foucault’un kavramlaştırdığı disiplinci iktidar modernist dönemin bütün kurumlarında hakim kılınırken, düzenleyici iktidar ise içinde bulunduğumuz postmodern özellikler arz eden toplumun iktidar teknolojisi olarak hayata geçirilmiştir. Bu dönemin yönetim kuramlarının, işyerlerinde düzenleyici iktidarın nasıl kurulacağına ilişkin reçeteler sundukları görülmektedir. Postmodern dönemin yönetim kuram ve tekniklerinin tümü, yaşamın her anına işleyen yığınlaştırıcı iktidarın nasıl kurulacağı ve işletileceğine ilişkin reçeteler olarak okunabilir.

 

Artık bu teknolojilerin iyi mi kötü mü olduğu tartışmalarının çok ötesine geçilmiştir. Yaşamımızın her anının bu kadar sıkı denetlenmesinin, çok tehlikeli bir hal aldığı belirtilmektedir. Sürekli denetlenen insanlar evlerinde, işyerlerinde hatta en mahrem anlarında bile kendileri olamamakta, mahremiyetlerinin kaybolmasının verdiği gerilim ve sağlık sorunlarıyla yüzyüze yaşamaktadır. Adalet sistemi, evlilikler, çalışma hayatı, ilişkiler, ve çocuklar sürekli gözetlenmenin şantajı altındadır.

 

KAYNAKÇA

Aksu, A.A., ve Ehtiyar, R., (2007). Turizm İşletmelerinde Çağdaş Yönetim Teknikleri, Ankara: Detay Yayıncılık / Turizm Dizisi

Akay, A., (2000) Michel Foucault’da İktidar ve Direnme Odakları. 2.Basım İstanbul: Bağlam Yayınları

Baudrıllard, J., (1998) Foucault’yu Unutmak. (Çev.Oğuz Adanır) 1. Basım. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları

Berman, M., (1994) Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor (çev.Ü.Altuğ-B.Perker), İstanbul: İletişim Yayınları,

Best, S. ve Kellner, D., (1998). Postmodern Teori (çev.Mehmet Küçük), İstan¬bul: Ayrıntı Yayınları

Bryant, S., (1995). “Electronic Surveillance in The Workplace”, Canadian Journal of Communication, 20(4), 505-521.

Botan, C., (1996). “Communication Work and Electronic Surveillance: A Model for Predicting Panoptic Effects”. Communication Monographs, 63(4), 293-313.

Cevizci, A., (2000). Felsefe Sözlüğü. 2.Basım İstanbul : Paradigma Yayınları

Deetz, S., (1998) “Discursive Formations: Strategized Subordination and Self-surveillance” (151-172) Edit. McKinlay, A. ve Starkey, K. Foucault, Management and Organization Theory içinde. London: Sage

Erdemir, E., (2000) “Postmodern Yaklaşımın Yönetim Ve Örgüt Yapilarina Etkileri: “Modernden Postmoderne Dönüşüm Tartişmalarinin Yönetim Teorisine Katkilari” Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı, Eskişehir (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi)

Flynn, T. (2005) “Foucault’s Mapping Of History” (29-48). Gary Gutting (ed.), The Cambridge Companion to Foucault içinde 2. baskı, (çev: Özgür Sert) Cambridge: Cambridge University Press,

Foucault, M., (2003) İktidarın Gözü: Seçme yazılar 4 İstan¬bul: Ayrıntı Yayınları

Foucault, M., (2000). “Yönetimsellik” (çev. Osman Akınhay, Ferda Keskin). Seçme Yazılar I, içinde İstan¬bul: Ayrıntı Yayınları

Foucault, M., (1999) Bilginin Arkeolojisi. (Çev. Veli Urhan) İstan¬bul: Birey Yayınları

Foucault, M., (1993). Cinselliğin Tarihi, 2. baskı. İstanbul: Afa Yayınları

Foucault M., (1992). Hapishanenin Doğuşu (çev.M.Ali Kılıçbay). Ankara: İmge Yayınları

Giddens, A., (1998). Modernliğin Sonuçları, 2.baskı, (çev. E. Kuşdil) İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Johnston, A. and Cheng, M., (2002). “Electronic Surveillance in the Workplace: Concerns for Employees and Challenges for Privacy Advocates” Paper delivered 28 November 2002 International Conference on Personal Data Protection Hosted by Personal Information Dispute Mediation Committee, Korea Information Security Agency. Seoul, Korea

Küçük, M., (2000). Modernite Versus Post-Modernite 3.Basım. Ankara:Vadi Yayınları

Locke, J., (2002). Sivil Toplumda Devlet, (Çev. S.Taşçı, H.Akman), İstanbul: Metropol Yayınları.

Lyotard, J.F., (1979). La Condition Postmodern, Paris : Les Editions De Minuit

Lyon, D., (1994). “From Big Brother to Electronic Panopticon”, The Electronic Eye: The Rise of Surveillance Society, Minneapolis: University of Minnesota Press.

Merquior, J.G., (1986) Foucault. 1.Basım (çev.Nurettin Elhüseyni) İs¬tanbul: Afa Yayınları.

McKinlay, A. ve Starkey, K., (1998). “Managing Foucault: Foucault, Management and Organization Theory” (1-13) Edit. McKinlay, A. ve Starkey, K. Foucault, Management and Organization Theory içinde. London: Sage

Moorman, R. H. ve Wells, D.L., (2003). “Can Electronic Performance Monitoring Be Fair? Exploring Relationships Among Monitoring Characteristics, Perceived Fairness, and Job Performance”, Journal of Leadership and Organizational Studies, 10(2).

Özdek, Y. (2000). “Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler” bildiri, 8-9 Aralık 2000 tarihlerinde düzenlenen Mahpus Hakları ve Cezalandırma Sistemleri Sempozyumu’nda sunulmuştur. İstabul: İstanbul Barosu

Rutherford, J., (1998). Kimlik, (Çev. İrem Sağlamer), İstanbul: Sarmal Yayınevi

Sarup, M., (1995). Postyapısalcılık ve Postmodernizm (çev.A.Baki Güçlü). An¬kara : Ark Yayınevi.

Stanton, J.M. ve Julian, A.L., (2002). “The Impact of Monitoring on Quality and Quantity of Performance”. Computers in Human Behavior, 18.

Sewell, G.(1998). “The Discipline of Teams: The Control of Team-Based Industrial Work Through Electronic and Peer Surveillance”, Administrative Science Quarterly, 43(2), 406-469.

Taylor, C., (1995). Modernliğin Sıkıntıları (çev.Uğur Canbilen), İstanbul : Ayrıntı Yayınları

Touraine, A., (1994). Modernliğin Eleştirisi (çev.Uğur Canbilen), İstan¬bul : Yapı Kredi Yayınları,

Townley, B., (1998). Beyond Good and Evil Managing Foucault. (s.191-210) Edit. McKinlay, A. ve Starkey, K. Foucault, Management and Organization Theory içinde. London: Sage

Urhan, Veli (2010). Foucault, İstanbul: Say Yayınları.

Urhan, V., (1999). “Modernizm, Postmodernizm ve Personalizm”, Doğu Batı, Yıl: 2, Sayı: 8, Ankara

Yılmaz, G. (2005) “Elektronik Performans İzleme Sistemlerinin Çalışanlar ve İşletmeler üzerindeki etkileri”. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 4 (7) Bahar 1, 1-19

 

ContactspcBanaspcCreative Commons Licenseİçeriğimiz CC BY-NC
spcUlaşınspcLisansına tabidir

w3c HTML CSS Compatible

* * * Site kullanım şartlarını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz * * *